Fotoğraf: Pixabay
Oğlum Oscar ile birkaç hafta önce çıktığımız bir gezintide kendisi heyecanla bir tezgâhı işaret ederek kurabiye istediğini söyledi. Seri adımlarla satıcıya yaklaşan Oscar, istediği kurabiyeyi işaret ederek beni oldukça şaşırtan ama aynı zamanda gurur da veren bir soru sordu: “Bu kurabiye glütensiz mi?”
Onu izlerken, ebeveynler olarak rolümüzün çocuklarımızı korumak ve onların temel ihtiyaçlarını karşılamaktan çok daha öteye uzandığını düşündüm. Onlara kendi esenlikleri için doğru kararlar almalarını sağlayacak donanımları kazandırmanın ne kadar kritik olduğunu düşünürken buldum kendimi. Fakat zaman ilerledikçe hissettiğim gurur yerini bambaşka bir farkındalığa bıraktı: 6 yaşındaki bir çocuğun keyifle yiyeceği bir kurabiyenin glütensiz olup olmadığını düşünmesi nasıl bir yüktü?
Bir an küçük bir çocukken yediğim kurabiyenin glütensiz olup olmadığını düşünmek zorunda kalmadığım için kendimi şanslı hissettim. Peki, nasıl oldu da dünyada ‘wellbeing’ olarak yerleşmiş, Türkçede ise ‘iyi oluş, esenlik, afiyet’ gibi karşılıkları bulunan bu kavram, oldukça önemli ama bir o kadar da karmaşık hale geldi?
İYİ OLMA GAYESİ!
Aslında ‘iyi olma’ ve sağlıklı yaşam gayesi, M.Ö. 3000’lere kadar dayanan köklü bir yaklaşım. Ayurveda, Homeopati, antik Yunan veya Çin gibi alternatif tıp felsefelerine baktığımızda farklı metotlar bulunsa da amacın ortak olduğunu görüyoruz: Bireyin genel iyilik halinin korunması için beden, zihin ve ruh arasında dengenin sağlanması.
Bugün geldiğimiz noktada ise ‘wellbeing’ ve ‘wellness’ hemen herkesin dilinde olan kelimeler ve her yıl yüzde 5 ila 10 arasında büyüyen 1,5 trilyon dolarlık bir sektör. McKinsey’nin son araştırmasına göre, bireylerin yüzde 79’u kendi bedensel ve ruhsal sağlıklarına büyük önem gösterirken, yüzde 42’si ise en büyük önceliklerinin bu olduğunu söylüyor.
Son yıllarda wellness kavramına verilen önemin bu kadar artmış olmasının nedenleri hepimiz için aşikâr. Modern dünyada her gün bedensel ve ruhsal sağlımızı olumsuz etkileyen birçok stres faktörüne maruz kalıyoruz; ofiste yapacağımız önemli bir sunum, kan testi sonuçlarımız veya çocuklarımızın akademik performansı haftalar boyunca diken üstünde hissetmemize neden olabiliyor. Tüm bu koşuşturmacanın içinde ipin ucunu kaçırabiliyoruz ve sağlığımızı korumak ve geri kazanmak isterken, kendimizi zorlu ve stresli bir çıkmazın içinde bulabiliyoruz.
Modern yaşamın gereklilikleri her geçen gün katlanarak artıyor; bu da bireysel sağlımızı korumanın daha da zorlaşmasına neden oluyor. Tam da bu noktada en kritik soru ise şu: Bedensel ve ruhsal sağlığımızı korumak için kendimizi hırpalamadan nasıl daha iyi hissedebiliriz?
GİZLİ DÜŞMAN: STRES
Dengeli ve sağlıklı bir yaşama giden yolda en büyük engellerden biri hepimizin yakından tanıdığı stres. Gallup’un 2023 Küresel Duygular Raporu’na göre, her 10 kişiden 4’ü bir önceki gün yoğun strese maruz kaldığını paylaşıyor.
Stresle mücadelenin tek bir yöntemi yok, öncelikle bunu kabul etmemiz gerekiyor. Stresli hissettiğimiz anlarda sakin kalmak ve bu zorluğu yönetmek ise ciddi bir çalışma ve pratik istiyor. Dünyaca ünlü bir sinirbilimci ve arkadaşım Stanford’dan Andrew Huberman’a göre stresle başa çıkmak ve bedenimizi sakinleştirmek için en etkili yöntemlerden biri ‘fizyolojik iç çekme’: Burundan peş peşe iki nefes alıp ağızdan uzun bir nefes vermek. Benzer şekilde, son yıllarda yapılan araştırmalar da nefes çalışmalarının ve meditasyonun, bireylerin ruh halini iyileştirebileceğini ve gerginliği azaltabileceğini gösteriyor.
Öte yandan insan zihni sürekli düşünceler üreten, oldukça aktif bir yapıya sahip; dolayısıyla günlük koşturmamızda minik molalar vermek büyük önem taşıyor. Bu molalar basit nefes çalışmalarıyla başlayabilir ve zamanla uzun seanslara dönüşebilir. Hayatta küçük adımlarla büyük değişimler elde etmek mümkün. Örneğin, eşim ve ben uzun yıllardır yoga ile ilgileniyoruz. Haftada birkaç saat ayırdığımız yoga pratiğinin bizi çok daha farkındalığı yüksek bireylere dönüştürdüğünü, dikkatimizi kuvvetlendirdiğini ve bize anda kalmayı öğrettiğini deneyimledik.
Ruhsal sağlımızı olumsuz etkileyen faktörlerden biri de aşırı düşünme (overthinking). Kimi durumlarda kontrolü kaçırıp kendimizi aynı konuyu, olumsuz duygu ve düşünceleri tekrar tekrar düşünürken bulabiliyoruz. Her ne kadar zor olsa da bu döngüden kurtularak çözüme odaklanmak ve enerjimizi olumlu düşüncelere yönlendirmek oldukça önemli—dağlar ve zirve tırmanışlarında öğrendiğim en değerli derslerden biri bu oldu benim için. Doğada tatsız bir durumla karşı karşıya kaldığınızda çözüme odaklanmak zorundasınız, ‘neden’ veya ‘nasıl’ diye düşünerek saatler harcayamazsınız çünkü her bir dakika hayati önem taşır. Bu yaklaşımı günlük yaşamda da benimsememiz gerekiyor…