Fotoğraf: Pixabay
Dijital fiziğin ve dijital felsefenin öncülerinden, MIT ve Caltech gibi dünyanın en önde gelen teknoloji araştırma üniversitelerinde hocalık yapmış Amerikalı bilgisayar bilimcisi ve girişimci Edward Fredkin, “Tarihte üç büyük olay vardır. Bunlardan ilki, evrenin oluşumudur. İkincisi yaşamın başlangıcıdır. Bu ikisiyle aynı derecede önemli olan üçüncüsüyse, yapay zekanın ortaya çıkışıdır” diyor. İnsan zekasını ve problem çözme yeteneklerini kopyalayabilen sistemler olarak tanımlayabileceğimiz yapay zeka, bir fikir olarak antik çağa, “yaşam ve ölüm” üzerine fikir üreten filozoflara kadar uzanıyor. Bilgisayar bilimcisi John McCarthy ise 1956’da “yapay zeka”yı ilk kez bir terim olarak kullandı. Öğrenme ve zekanın en ince detaya kadar tanımlanması halinde, bilgisayarların bunları taklit ederek insan gibi düşünebileceği fikrini ortaya attı. O tarihlerde dünya Endüstri 2.0’ı yaşıyordu.
DEEP BLUE, KASPAROV’U YENİNCE…
Endüstri 3.0’ın yaşandığı dönemde İTÜ’den mezun oldum. 1990 yılında ABD’de George Washington Üniversitesi’nde Elektronik Yüksek Mühendisliği eğitimim sırasında Fundamentals of Artificial Intelligence (Yapay Zekanın Temelleri) dersini aldım. Bu derste matematiksel konulardan ziyade, kavramlar ve bilim kurgu benzeri gelecek hayallerinden konuştuğumuzu çok iyi anımsıyorum. 1996’da IBM’de çalışıyordum. IBM’in satranç oynayan bilgisayar programı Deep Blue, satrancın büyük ustası Gary Kasparov’la karşılaştı ve 4-2 yenildi. 1997’de Deep Blue’nun geliştirilmiş versiyonu Kasparov’u yenmeyi başardı. Bu gelişme yapay zekanın “karar verme” konusundaki gelişiminde, toplumsal algı açısından bir dönüm noktası oldu.
Yapay zeka bugün artık her alanda kullanılan bir terminoloji olmuş durumda. Ama biz elektronik mühendisleri açısından, teknoloji bağlamında ‘Makine Öğrenimi’ (Machine Learning) dediğimiz olgu yapay zekanın özüdür. ‘Makine Öğrenimi’; özetle işaret işleme, olasılık hesabı, veri madenciliği gibi teknolojilerin kullanılarak gerekli algoritmaların geliştirilmesiyle bilgisayarların “akıllandırılması” olarak özetlenebilir. Bilgisayarların akıllı ve karar verebilen araçlara dönüşebilmesi için gerekli teknolojiler uzun zamandır var. İhtiyaç olan ise derin öğrenme (deep learning) dediğimiz “if-then” satırlarının en ince detaylarının tamamlanmasında. 2018 yılında San Francisco’da MIT tarafından düzenlenmiş bir yapay zeka konferansına katılmıştım. Buradaki konuşmalardan en çok hatırımda kalan; bir “dağıtım drone”u hakkındaki hikayeydi. Bu drone pizza dağıtıyordu ve bu örnekte, pizzayı sipariş eden kişinin evinin bahçesine paketi bırakırken, bahçedeki köpeği dikkate almıyordu. Çünkü köpeğin pizzayı yiyeceğini bilmiyordu. Öğrenmesi gereken şey “eğer bahçede köpek varsa pizzayı sakın bırakma” konusunda muhakeme yürütmekti.
KURGU BİLİM ÖTESİNDE HAYAT!
Robotların, bilgisayarların, nesnelerin internetinin hayata geçmeye başladığı 2000’ler, yani Endüstri 4.0, sanayi devrimleri arasındaki süreyi 100 yıldan, 30-40 yıla kadar indirdi, bugün ise her birkaç yılda bir “teknolojik paradigma atakları” yaşıyoruz. Artık şu bir gerçek; sanal ile gerçek dünyanın birbirine girdiği, 1980’lerin bilim kurgu filmlerinin ötesinde bir hayatı yaşamaya başlayacağız. Bu tabii kesinlikle beşeri hayatın sonu anlamına gelmiyor. Gelişen teknoloji; sanatta, sosyal hayatta ve hatta felsefi düşünce tarafında bile etkilerini hissettirecek. Rakamlar da bu gelişmeleri doğruluyor.
Yalnızca 2023 yılında dünyada yapay zekaya yapılacak harcamanın 500 milyar doları bulacağı tahmin ediliyor. ABD merkezli yapay zeka araştırma şirketi OpenAI’ın bir yıl önce kullanıma sunduğu etkileşimli konuşma modeli Chat GPT 180 milyon kullanıcıyı aştı. Küresel yapay zeka yarışında hangi ülkelerin önde olduğuna baktığımız zaman ABD ve Çin’in inanılmaz bir yarış içinde olduğunu görüyoruz. Her iki ülke de bu alana milyarlarca dolarlık bütçeler ayırıyor, genç mühendisler yetiştiriyor ve orta/uzun vadeli ülke stratejileri belirliyorlar. Bugün ABD önde gibi görünse de, Çinli şirketlerin yüzde 58’inin yapay zeka kullandığını, ABD’de bu oranın yüzde 25 olduğunu da belirtelim (Kaynak: Forbes).
Türkiye’ye baktığımızda; Cumhurbaşkanlığı Dijital Dönüşüm Ofisi’nin yayınladığı 2021-2025 dönemi Ulusal Yapay Zeka Stratejisi’nin hedefi “yapay zeka teknolojilerinde lider bir ülke olmamız”. Stratejinin altı stratejik hedefi var: Yapay zeka ekosisteminin güçlendirilmesi, ar-ge, yenilikçi endüstrilerin desteklenmesi, insan kaynaklarının geliştirilmesi, etik ve insani boyut, bilgi güvenliği. Küresel rekabette geride kalmamak için bu hedeflerin hızla ve kararlılıkla uygulanması gerekiyor.
GÜCÜ ELİNDE TUTAN PAYLAŞIR MI?
Bir yandan da yapay zekanın felsefi boyutu tartışılıyor. Bilincin ve zihnin doğasını araştıran bu felsefe, makinelerin bilinçli ve ahlaki sorumlulukları olup olamayacağına, toplumu nasıl etkileyebileceklerine odaklanırken; etik, sosyal ve politik sorunları da gündeme getiriyor. Güvenlik konusu bunların en başında yer alıyor. “Yapay zeka da makul insanlar gibi sağduyu sahibi olabilir mi? İyiyi ve kötüyü birbirinden ayırabilir mi?” soruları gündemde. Yapay zekanın güvenlik boyutu, geçtiğimiz kasımda İngiltere’de düzenlenen AI Safety Summit’te (Yapay Zeka Güvenlik Zirvesi) tartışıldı. 28 ülkenin temsilcileri ve uluslararası teknoloji şirketlerinin yöneticileri “ortak hareket” için bir araya geldi. Zirvede imzalanan bildiri ile yapay zeka teknolojisinin emniyetli, insan odaklı sorumluluk sahibi bir anlayışla geliştirilmesi ve kullanılması yönünde irade beyan edildi. 189 ülkenin imzaladığı ve 2030’u adres gösteren BM Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları hedeflerinden hızla uzaklaşıldığını biliyoruz. Yoksulluk, çevre, iklim krizi, refah ve ve barış konusunda umutlar azalıyor. Böyle bir ortamda, zekada ileri ülkelerin bu güçlerini kullanma konusundaki iradelerini hep birlikte göreceğiz.
Sorularınız için: [email protected]