Başarılı bir iş adamısınız. Başarılarınızın yanında büyük başarısızlıklarınız da olmuştur. Başarısızlık neden kaynaklanmıştı?
Aynı işi çoklama yönteminde bazen çuvallıyorsunuz. “Ben nasılsa bu işi biliyorum” diye girdiğinizde ortaya önemli sorunlar çıkabiliyor. Alışveriş merkezi işine girdiğimizde yurt dışında yatırım kararı aldık. “Romanya, Moldova ve Çin’de yapalım” dedik. Ancak, Çin’de duvara tosladık ve başarılı olamadık. Nedeni ise ülke bilgimizin olmaması idi…
Ülkeyi yeterince tanımayınca, o ülkedeki inşaat sektörünü ve islerin nasıl yapıldığını da bilmiyorsunuz. Sonra da duvara tosluyorsunuz. Önemli olan şey, iş yaptığınız ülkeyi tanımak. Mesela, 1997 yılından bu yana Rusya’da iş yapıyoruz. İşleyişi de öğrendik. Bankada 5 bin 400 elemanımız oldu. Bir ara 133 şubeye ulaştık. Şimdi 68 şubemiz ve 2 bin 800 personelimiz var. Orada Marks & Spencer, GAP ve Republic açtık. Bunların hepsi çok başarılı oldu. Hatta sunu da söyleyebilirim. Marks & Spencer Rusya, Marks & Spencer Türkiye’den daha çok para kazandı. Coğrafyayı tanıdığınız zaman orada yönetici yetiştiriyorsunuz. O ülke içinde başarılı olan yöneticileri biliyorsunuz.
İyi eğitimin iş dünyasındaki başarıda rolü sizce nedir?
Eğitim çok fark yaratır. Benim için Robert Kolej’de okumam çok önemlidir. Ben 10 yaşında İzmir’den İstanbul’a geldim. Ağaç yaşken eğilir derler ya 10-18 yaş arası yatılı okulda okumak benim için çok önemliydi. Ondan sonra üniversiteyi Amerika’da okudum. Amerika’da okurken aynı zamanda çalıştım. Bu da çok önemli. Üniversiteye gittiğimiz zaman o eğitimin hayatta bize nasıl bir fayda sağlayacağıyla ilgili birebir ilişki kuramayabiliyoruz. Ancak üniversitede aldıklarımızın hepsi gelecek için bir temel oluşturuyor. Doğal olarak eğitim her bakımdan çok önemli…
İş hayatında şansın yeri var mıdır?
Ben 34 yasında Yapı Kredi Bankası’nın genel müdürü oldum. 13 yıl aralıksız banka genel müdürlüğü yaptım. Sonra Hazine’den banka lisansını alan ilk profesyonel yönetici ben oldum. 2.6 milyon dolarım vardı, 8 milyon dolar ile banka kurdum. Simdi banka kurmak isterseniz, Hazine 300 milyon dolar istiyor. Bugün bakarsanız hayal gibi ben bu fırsatı yakaladım. Hiç aklımda yokken bir üniversite kurdum. Ben sansa çok inanırım. Bir yandan da insanın o sansı yakalamasına, sosyal olmasının büyük katkı yaptığına inanırım. Elini uzatıp insanları tanımazsan, fırsatı nasıl yakalayacaksın ki? İnsanları tanıma, network oluşturma ve açık olma çok önemli… Benim hayatım buna iyi bir örnektir. Birkaç şanslı an var ki, hayatımı değiştirmiştir.
Başarılı şirketler için başarılı yöneticiler lazım. Siz bu tip yöneticileri nasıl seçiyorsunuz?
İnsanlar bana genelde sunu soruyor: “Kişileri nasıl seçiyorsun?” Benim için referans çok önemli. Ben kişinin gözüne bakarak insan seçmeyi bilmiyorum. Benim güvendiğim, birlikte uzun yıllar çalıştığım bir kişinin bana verdiği referans çok önemli. Eğitime önem veririm. Ama şahsiyet çok daha önemli. Onun için eleman seçerken ben de ilk yıllarda mülakatlara katıldım. Artık kimseyi ise almıyorum, 78 yasındayım. Ancak eskiden iyi yetenekler bulmak için üniversitelere giderdim. Bulunduğunuz kuruma talep yaratmalısınız ki yetenekler gelsin. Ben de üniversitelere çok sık gittim ve iyi adayları ikna ettim.
Bir kurumun başarısı için çalışanlar çok önemli… Ben Pamukbank’a CEO olduğumda hiçbir çalışan neredeyse İngilizce bilmiyordu. İlk önce 5 kişiyi genel müdür yardımcısı olarak işe aldım. Hiçbiri bankacılık bilmiyordu. Akın Öngör, Burhan Karaçam ve Erhan Dumanlı bu 5 kişi arasındaydı ve sonradan genel müdür oldular.
Ben banka yöneticisi olacak insanları seçtim. Onlar da kendi ekibini oluşturdu. Ben o 5 yöneticiyi almasaydım, belki de kurum kültürü yaratamaz ve başarılı olamazdık. Yeni yetenekler de çekemezdik. O nedenle kurum kültürü, kurum içi girişimcilik çok önemli…
İş dünyasındaki önemli konulardan biri de patron ve CEO ilişkisidir. Siz çalıştığınız genel müdürlere ne ölçüde karışırsınız?
Benim liderlik anlayışımda özerklik vermek vardır. Başarılı yöneticilere, genel müdürlerime hiç karışmam… Mesela, Fiba Sigorta’nın genel müdürü Recai Dalaş çok başarılı bir yönetici idi. Hiç isine karışmadım. Şirkete de çok az giderdim. Sadece 1,5 ayda bir yönetim kurulu toplantısı olurdu, onlara katılırdım.
Onun dışında Recai Dalaş kendisi beni davet ederdi. “Hüsnü Bey bizim Antalya’daki acente toplantısına katılır mısınız?” diye davet ederdi. Gider konuşma yapar, gala gecesinde acentelerle birlikte eğlenirdim. Bizim Anadolu insanı buna çok önem verir. Onlarla bir araya gelir, konuşma yapar ve onları motive ederdim. Onun dışında neredeyse hiçbir şeye karışmadan…
Yönetim kurulu toplantılarında fikirlerimi söylemekle yetinirdim. Doğru olan da bu bence… Başarılı bir yöneticiye niye karışayım ki? Belki benim müdahalem başarılı giden isi bozabilir. Üstelik sektörü de çok iyi bilmiyorum. Bu stratejinin doğru olduğunu şirketin başarısında ve sonrasında Japonlara satısında da ispatladık.
Bizim gibi genç girişimcilerin yatırımcı seçerken sizce nelere dikkat etmesi lazım?
Çok doğru bir konuya değindin. Yatırımcı seçmek çok önemli bir konu. Bence yatırımcı seçerken bizim gibi adamları seçmelisiniz. Tabii burada ben kendimi kastetmiyorum. Belli bir varlık düzeyinde, yapacağı yatırımdan etkilenmeyecek is insanları seçilmesinde yarar var. “Benim başka param yok, sana daha fazlasını verirsem batarım” gibi yaklaşımları olan is insanlarından uzak durmanızı öneririm. İşin doğrusu paralı olanlara gitmenizdir.
Onun size yaptığı yatırım, servetinin binde 1’i düzeyinde olmalı. Yatırım battığında büyük zarar görmeyecek kişilere gitmelisiniz.
Bir başka önemli konu ise sizi yakından takip etmemesidir. Sizin performansınızı yakından takip edenlerle is yapmak zor olabilir. Onun yerine takip etmeyen, isinizden anlamayan pasif yatırımcılar lazım. Tabii aktif yatırımcı da önemli. Özellikle de sizi anlayan, yol gösteren, yol açan insanlar da isinize yarar.
Üniversitede okurken bir yandan da çalışma konusuna siz nasıl yaklaşıyorsunuz?
İlk isimi Harvard’daki ikinci yılımda kurdum. Harvard’ın ikinci yılında bir snack bar çalıştırdım. Hafta sonlarında talebelere hamburger satıyordu. Hafta sonları kampüste yemek olmazdı. Öğrenciler bu snack bara gelirlerdi. İşte ben burayı işletmiştim. Bugünkü paralarla bir yılda 200 bin dolar (1969 yılında 8 bin dolar) kazanmıştım… Benden önce snack barın işletmeciliğini birinci sınıflara vermiyorlardı. Benden önce orayı çalıştıran 13 kişiyle işletirdi. Ben, kendim dahil 3 kişi çalıştırdım. Benden önce çalıştıran biraz aristokrat bir gençti. Mesela akşam temizliği o yapmıyordu. Hademeye 20 dolar veriyordu. Ben mutfak kapandıktan sonra temizliğe de girdim. Maliyetleri mümkün olduğunca düşük tutarak, çalışmanın önemini göz önünde tutarak işleri yürüttüm.
Sizce aile şirketlerinde gençler ise baslarken nasıl bir strateji izlemeli?
Ben hiçbir kimseye çocuklarını aile şirketinde ise başlatmasını önermem… Mesela 20-25 yıl önce bir şirketin sahibi, oğlunu yurt dışında okuttu. Çocuk üniversiteyi bitirip Türkiye’ye döndü. Babası, neredeyse daha çocuk uçaktan iner inmez onu şirketine genel müdür yaptı. Ben bu örneği verdim ama başkalarını da sayabiliriz.
Hemen genel müdür yapmak doğru değil. Şirketlerde çok iyi yetişmiş yöneticiler ve genel müdürünüz var. Neden onları deneyimsiz bir kişiye rapor etmeye zorluyorsunuz ki?
Benim aklımda her zaman çocuklarımın Fiba Grubu’nda çalışması vardı. Çünkü, insan, şirketini kurup büyüttükçe, onu sonradan aileden birilerine teslim etmek istiyor. Bu nedenle ise Murat Özyeğin’in en alt kademeden ve bir an önce başlamasını istedim. Zaten aile şirketlerinde en doğru olanı da budur. O da veznedar olarak bankaya girdi.