YAZI: M. RAUF ATEŞ
Ahmet Ümit, Almanca yayınlanan “Sis ve Gece” kitabı için, 2007’de Almanya’ya gittiğinde, vaktinin bir bölümünü Berlin’i keşfetmeye ayırmıştı. Önerilen restoran ve kafelere uğramış, tarihi yerleri görmüş ve yolu Pergamon Müzesi’ne de düşmüştü. Kendi deyimiyle, “müthiş” etkilenmişti. Pergamon Altarı, Ümit’i iki şekilde etkilemişti.
Birincisi, çok alışılmadık bir kutsal alandı. İnsanı hemen etkisi altına alıyordu. İkincisi, Türkiye’den götürülmüştü ve buna çok üzülmüştü. Kendi topraklarımızdan çıkan bu müthiş eser binlerce kilometre uzakta sergileniyordu ve insanlar inanılmaz bir ilgi gösteriyorlardı.
Avrupa’nın en çok ziyaret edilen ikinci müzesiydi. 1870’lerde parçalar halinde Almanya’ya kaçırılan bu eser için “Biz niye bu kadar muhteşem bir esere sahip çıkamadık?” diye üzülmüştü.
Türkiye’ye döndükten sonra birkaç konuşma daveti aldı. Birincisi, bir sivil toplum örgütü için Bergama’da konuşmaya davet edilmişti. Gitmişken antik Pergamon kentini ziyaret etmiş ve Berlin’dekinden daha da fazla etkilenmişti. İşte “evreka” anı da orada oluşmuştu. “Burayı mutlaka yazmalıyım” demiş ve kitabın temelini kafasında orada atmıştı.
Yazar Ahmet Ümit, Fast Company dergisine, ‘en çok satanlar’ listesinin başında bulunan son eseri “Kayıp Tanrılar Ülkesi” kitabını yazma macerasını anlatırken, yaratıcılık sürecini böyle paylaştı. Her eserine bir “girişim” ya da “proje” gibi bakan Ahmet Ümit, daha fazlasını, sorularımızı yanıtlarken anlattı…
“Kayıp Tanrılar Ülkesi” kitabının 2007 yılında fikri temelini atmıştınız. Devamı kaç yılda geldi?
Yazmayı düşündüğüm konu benim çok bilmediğim bir alandı… Bunun üzerine Antik Yunan üzerine okumalara başladım. Pergamon Altarı üzerine okudum. Berlin’e gittim, orada bir ev aldım. Berlin’de yaşamaya başladım.
Berlin-Pergamon arasında mekik dokumaya başladım. 10 yıl okudum ve artık kendimi hazır hissetmeye başlayınca, kurgu yapmaya karar verdim.
Berlin’de bizim göçmen işçilerimiz var. Bu yıl Almanya’ya göçlerin 60’ıncı yılındayız. Bunlarla bir ilişki kurayım istedim. Türkiye’den giden eser ve insanlar var. Onun üzerine kurgu yaptım. Kurgudan sonra oturdum ilk cümleyi yazdım ve tamamlaması 2 yıl sürdü.
İlk cümleyi yazmak için epey çalışmışsınız. O cümleyi yazmak için kaç yıl geçti?
Aslında ilk cümle için 8 yıl geçti. Ama o arada başka romanlar yazmaya devam ettim. Benim özelliğim odur. Ben şu anda bir masal yazıyorum. Sevmeyi bilmeyen erkeklerle ilgili fantastik bir hikaye olacak.
Bunun yanında aslında kafamda bir Başkomiser Nevzat romanı var, onun için darbelerle ilgili malzeme topluyor, okuma yapıyorum. Bir yandan da onun kurgusunu düşünüyorum. Her yazarın farklı çalışma tarzı vardır, ben böyle çalışırım. Ben aslında üretken bir yazarım. 2 yılda bir roman yazıyorum. Hatta bir tane daha yazsam mı diye düşünüyorum. Yazmayınca sıkılıyorum. Yani çok çalışıyorum.
Normalde çok okunan yazarlar kaç yılda bir kitap yazarlar?
Bu aslında yazarına göre değişir. 3-4 yılda yazanlar olduğu gibi 6 yılda bir eser verenler de oluyor. Ama ben yayın evlerinin sevdiği yazarım. Çünkü, 2 yılda bir yazar, arada da bir hikaye kitabı çıkarırım.
Peki bunun sırrı nedir?
Bu benim yapımdan kaynaklanır. Ben çok sıkılan bir adamım. Boş durunca ruhum kararmaya başlıyor. Hiperaktif bir tarafım olabilir. Ürettiğim zaman kendimi mutlu hissediyorum.
Aslında ben gezmeyi, yemeyi ve içmeyi seven biriyim. Hayatım masa başında geçmez. Gezmeye, eğlenceye bayılırım. Hayatın, çalışmadan daha önemli olduğuna inanırım. Hayat çok değerlidir.
Çok satan yazar olmanın birkaç sırrını sorsak nelere dikkat çekersiniz?
Sanatta bir yazarın yaptığı ile diğerininki aynı değildir. Kafka’yı Kafka yapan, benzersiz olmasıdır. Ben inandığım, bildiğim şeyleri yazıyorum. Bunu yaparken de samimi oluyorum. Tabii hepsinden önemlisi çok çalışmaktır. Çok çalışma olmadan mümkün değil yapamazsınız. Araştırmak, okumak, gerekirse kazıya gitmek, uluslararası seyahat etmek gerekiyor.
Son kitabımda Alman kültürünü yaşadım, onlarla oturdum ve yemek yedim. Şehirlerini öğrendim. Örneğin, Pergamon Müzesi’nin müdürü Martin ile Berlin’de Ocakbaşı’nda yemek yedim. Buradaki kazı başkanı ile görüştüm. Bu kadar çalışmadan yazılır mı? Yazılır. Ama ben yazamam.
Bizim yaptığımız iş neredeyse bir fabrika kurmak, bir projeyi hayata geçirmek gibidir. Bunu yapmak için de disiplinli çalışmak gerekir. Ben her gün kalkar, kahvaltımı ve muhabbetimi yapar ve sonra bilgisayarı açıp, mutlaka yazmaya çalışırım. Yazamazsam akşamları oturup Netflix’te bir polisiye film izlerim. Onu da bulamazsam eski klasik polisiye filmlerden birine bakarım.
Bir yazarın günü nasıl geçer?
Her şey yazmak üzerinedir. Bir başlarsın, 3 saat yazarsın. Başka bir gün daha az yazabilirsin. Mesela polisiye olduğunda yorulana kadar yazarım. Çünkü, kahramanlar, “Bırakma, yaz” der. O kadar heyecanlı ki, yazmayı bırakamam. Aynı heyecanı duyar, aynı korkuya kapılırım.
Yazıp iyi bulmadığınız, çöpe attığınız sayfalar, hatta kitaplar oluyor mu?
Bende o çok olmaz. Çünkü, ben yazmadan önce çok planlarım. Ne yazacağımı çok iyi bilirim. Ama bu kitapta bir bölüm vardı, fazla geldi, onu attım. Çünkü, her kitabın bir mimarisi vardır. O mimariye uygun olmayan bölümleri atarım.
Bir romanı yazarken işin en zor tarafı nedir? Giriş yapmak mı?
İlk cümle çok zordur. Çünkü, o ana kadar sanatsal bir kurgu oluşturmuşumdur. Her şey kafamda hazırdır. Sıra sanatsal bir yazıya dökmeye gelmiştir. O yüzden ilk cümle çok önemlidir. “O sabah güneş çok geç doğmuştu” diye bir cümle ile girdiğinizde, basit gibi görünür. Bu cümle Elveda Güzel Vatanım’ın girişidir. Ama benim için çok önemlidir. Çünkü, arkasının nasıl geleceğini çok iyi bilir, ona göre anlatırım.
Kafanızda hep yeni şeyler mi var?
Şu anda yazıyorum, bir tane proje olarak duruyor. Sonra kendi hikayemi anlatacağım. Devrimci olduğum günleri, hataları ve sevaplarıyla yazacağım. Sonra Göbeklitepe var. O konuda bir roman yazacağım.
BİR YAZARIN ‘LONG SELLER’ YOLCULUĞU
14 bin adet
Vazgeçtiğim, başarısızlıkla sonuçlanan hiç kitabım olmadı. Tabii ilk yıllarda satmayan kitaplar oldu. İlk en çok satan kitabım 14 bin adet ile “Patasana”dır. 2000 yılında çıktı. İlk öykümü yazdığımdan 18 yıl sonra bu romanı yazdım.
100 bin direnci
100 bini kırdığım kitap “İstanbul Hatırası” oldu. Borsa gibi düşünürsek 100 bin direncini ilk kitabımdan 28 yıl sonra kırabildim. Sait Faik’in bir sözü vardır. “31 yaşında ünlü olan yazar 35 yaşında unutulur” der.
300 bin dönemi
Yayın evlerinin çevirdiği kitabım hiç olmadı. “Sis ve Gece” ile parladım. 100 bini İstanbul Hatırası ile yakaladım. Sonra yükselmeye başladı. “Elveda Güzel Vatanım” ve “Kırlangıç Çığlığı” 300 biner adet basıldı.
Long Seller yazar!
En çok satan kitaplarım 1 milyon satış ile “İstanbul Hatırası” ile “Bab-ı Esrar” oldu. Benim kitaplarım “best seller” değil, “long seller”dır. Son kitap çok iyi gidiyor. 300 bin bastık. Pandemi koşullarında 3 ayda 280 bin adet satıldı.
“SEVDİĞİM İŞİ YAPIYOR, ÜSTÜNE PARA KAZANIYORUM”
Ben hiç para için yazmadım. Aklımın ucundan 100 bin, 1 milyon kitabımın satılacağı, para kazanacağım geçmezdi. Her şey kendiliğinden geldi. Çok çalışıyorum ama sevdiğim bir işi yapıyorum, üzerine de para kazanıyorum. Sadece para değil; daha fazla şey, saygınlık kazanıyorum. Para kazanıyor, anlamlı bir hayat yaşıyor ve üstelik buna da yaşarken tanıklık ediyorum.