YAZI: BESTE GÖKSEL
Genç sporcunun hedefi 2015 yılında gerçekleşen Dünya Okçuluk Şampiyonası’ndaki “kota müsabakaları”nı geçmek ve Rio Olimpiyatları’na katılmaktı. Çok uzun süren bir hazırlıktan sonra kota müsabakalarına çıkacaktı. Çok çalışmış, binlerce ok atmış, kendini mental olarak hazırlamıştı. Ancak, istediği gibi olmadı ve kendi deyimiyle, “en kötü yarışması” ile İstanbul’a döndü.
Başka başarısızlıkları da olmuştu ama bunun gibi etkisi olmamıştı. Müsabakalardan döndükten sonra ekipçe hemen bir değerlendirme yaptılar. Odaklarına, “O oku niye atamadık?” sorusu yerine, geleceği aldılar. Bir sonraki olimpiyatlara katılmak için, “Son müsabakalardan nasıl ders alır, eksikleri ne yaparak kapatırız?” konusuna odaklandılar.
Tokyo’da gerçekleşen Yaz Olimpiyatları’nda altın madalya alan milli okçu Mete Gazoz, başarısının temelini biraz da o gün atmıştı. O anı şöyle anlatıyordu:
“Antrenörüm bana, ‘Nasıl yaparsın, o oku nasıl atarsın?’ diye sormadı. Bizim için o yarışmanın bittiğini, yeni döneme odaklanacağımızı konuştuk. Artık sorguladığımız konu, o oku bir daha oraya nasıl atmayacağımızdı. Başka zamanlarda olduğu gibi bu başarısızlıktan da ders çıkardık, o derslere göre çalışmalarımızı düzenledik.”
Mete Gazoz, başarısındaki en büyük payı ailesinin desteğine, okçuluğa olan tutkusuna, zihinsel gücüne ve bu yolda birlikte yürüdüğü antrenörlerine duyduğu güvene atfediyor.
Spor hayatına en az 20 yıl daha devam etmeyi ve daha sonra da ilgi duyduğu spor psikolojisi alanında çalışmayı hedefleyen Mete Gazoz, daha fazlasını Fast Company Türkiye okurları için anlattı.
Okçuluk sporuna ilginiz daha çocukken başlamış. Aileden gelen mirası devralmışsınız gibi. O dönemlerden biraz bahseder misiniz?
Okçuluk, bizde babadan başlayıp bütün aileye uzanan bir macera oldu. İlk başlayan babam oldu. Dünya Kupası’nda takım olarak şampiyonluğa da ulaşmış, Balkan Şampiyonluğu elde etmiş. Annem ise bankacıydı, kız kardeşim doğduktan sonra bankacılığı bırakıp okçuluğa yöneldi.
İstanbul’da kurduğumuz Okçuluk Kulübü’nde annem başkan, babam kulüp antrenörü olarak görev yapıyor. Kız kardeşim de benim gibi, çok küçük yaşta okçuluğa başladı. 2 yıl önce Fransa’da Dünya Kupası’nda kendi yaşıtları arasında dünya ikincisi oldu. Başarımda ailemin rolü çok büyük.
Bazı futbolcular ve basketbolcular, yarışlara yüzlerce şut ve serbest vuruş ile hazırlanıyor. Siz bu başarıya kaç ok atışı ile gelmişsinizdir?
Şu ana kadar 1 milyona yakın ok atmışımdır. Çok ok atmanın başarımda büyük faydası var. Okçulukta bir gün antrenman yapmadığınızda kas içi koordinasyonunuz çok çabuk geriye düşebiliyor. Bu önemli bir dezavantaj olarak öne çıkar.
Günlük hayatımızda vücudumuzun ön taraftaki kas gruplarını, okçulukta ise arka kas gruplarını kullanıyoruz. Günlük hayatınızda okçulukta kullandığınız kaslarınız devreye girmiyor.
Dolayısıyla kas içi koordinasyonunuz bozulabiliyor. Bu nedenle çok fazla ok atmak ve böylece kas içi koordinasyonunu maksimum seviyeye çıkarmak gerekiyor. Biz diğer ülkelere göre genç bir takımız. Çok ok atarak aradaki deneyim farkını da kapatmaya çalışıyoruz.
Şampiyonluğu getiren atış anını anlatır mısınız? O son okun arkasında neler var?
Çok uzun süre boyunca yarışmalara katıldıktan, finaller gördükten sonra insan, durumu daha rahat anlayabiliyor. Rakibiniz size, maçı kimin alacağını gösteriyor. Ben zaten son seriye başladıktan, ilk okları attıktan sonra kazanacağımı öğrenmiştim. Rakibim de bunu fark etmişti. Ben de o anı sonradan seyrettiğimde, bunu anladım.
Aslında kendimi en rahat hissettiğim, en kolay attığım ok, o son oktu. Küçüklüğümüzde kafamızda bir şeyleri düşünür, canlandırırız ya: Olimpiyat şampiyonasındasın, finale çıkıyorsun, son okun, 10 atarsan şampiyon olacaksın… Ben o oku kafamda defalarca attım. Tüm bir hafta boyunca 10 gideceğine emin olduğumuz tek ok, o attığım son oktu.
Peki, olimpiyatta en zor ok hangisi?
Yarışmanın başladığı ilk okum, en zoruydu. O oku oraya atabilmek çok zordu. “İyi başlarsa iyi biter” derler ya, aynı öyle oldu. İyi başladım, sonu mutlaka iyi gelir diye başladım. Yarışmanın ilk okunu atmak, son okunu atmaktan daha zordu.
Okçuluğun yanı sıra özellikle küçükken farklı spor dallarıyla da ilgilenmişsiniz. Bunlar hem fiziksel hem zihinsel anlamda size ne tür kazanımlar sağladı?
Ben farklı spor dallarıyla, üzerine inşa ettiğim bir temel olarak ilgilendim. Voleybol, basketbol ve futbol oynadım, yüzme ile ilgilendim, masa tenisi ve satranç oynadım. Bir de piyano çaldım.
Şu anda esneklik, dayanıklılık, kuvvet anlamında bu temel üzerine koymak çok daha kolay ve hızlı oluyor. Çok daha hızlı gelişmeme yardımcı oluyor; antrenmanlara vücudum daha kolay, iyi tepki veriyor.
İş hayatında ‘generalist’, yani her konudan, her işten anlayan liderler ile ‘odaklanmış liderler’ vardır. Her konuya odaklıların başarılı olduğu söylenir. Sizin başarınızda çeşitli alanlardan bilginin ve deneyiminizin etkisi oldu mu?
Her sporu destekleyen yan spor dalları var. Örneğin okçuluk, golf sporunu çok destekleyen bir branş. Masa tenisi, futbolu çok destekler. Okçuluğu da temel olarak yüzme ve masa tenisi çok fazla etkiler çünkü anlık olarak tepki vermeniz, anlık düşünmeniz gerekir. Tek bir spor dalına odaklanmaktansa, onu destekleyebilecek yan spor dallarıyla uğraşmak fiziksel olarak sizi çok destekliyor; ama en önemlisi, zihinsel olarak çok fazla rahatlatıyor.
Eğitim hayatınızda neler yapıyorsunuz?
Şu anda Nişantaşı Üniversitesi’nde spor yöneticiliği bölümünde okuyorum. Pandemiden dolayı uzaktan eğitim ile başladım. Aslında uzaktan eğitime lise zamanından beri devam ediyorum. Aynı şekilde üniversite hayatım da uzaktan eğitimle devam ediyor.
Kendinizi spor dışında ama okçu kimliğinize de katkı sağlayacak şekilde nasıl geliştiriyorsunuz?
Ben psikolojiyi seven bir insan ve sporcuyum. Psikolojiyle ilgili, mental yönümü nasıl güçlendirebileceğime dair kitaplar okuyorum. Takımımızdaki spor psikoloğumuzla sık sık sohbet ediyoruz, o ilginç araştırmalar bulduğunda bana gönderiyor, “Bak Mete böyle bir şey var, bunu yaparsak şöyle olur” diye konuşuyoruz. Yabancı dilimi geliştirmeye çalışıyorum. İngilizcemi belirli seviyeye getirdikten, anadil gibi konuşabildikten sonra yanına bir dil daha eklemek istiyorum.
Okçulukta derecelendirme nasıl oluyor? Örneğin bir okçuluk müsabakasında bir okçu, finalde kaç defa atma şansı yakalıyor?
Hedefimiz 70 metre uzaklığında, dairenin çapı baştan ucuna 122cm. Bunlar en dıştan en içe olmak üzere, 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-x diye gidiyor. X en küçük halka ama değeri 10’dur. Okçulukta en fazla 10 puan var. “12’den vurma”, aslında okçuluğa ait bir laf değil, o dartta var. Bizde en fazla 10 var. Hedef kısmında dışarıdan içeriye doğru gittiğimizde çemberde beyaz, siyah, mavi kırmızı, sarı olmak üzere renklerimiz var. Her renk 2 tane sayıyı temsil ediyor. Beyaz 1 ve 2’yi, siyah 3 ve 4’ü, mavi 5 ve 6’yı, kırmızı 7 ve 8’i, sarı 9 ve 10’u temsil ediyor.
Bizde elemelerin hepsi aynı. Finalde de normal sahada da attığınız elemeler aynı. Her bir seri 3 ok atılıyor. 3 ok ile en fazla 30 puan toplayabiliyorsunuz. O set içinde, yani 3 okta en fazla puanı toplayan, iki puan alıyor. Aynı puana geldiyseniz 1 puan alıyorsunuz. Daha düşük puan topladıysanız 0 puan alıyorsunuz. En sonda da 6 puana ulaşan bir üst tura çıkıyor.
Ben Tokyo Olimpiyatları’nda toplam 6 tur attım, hepsinde birbirinden farklı puanlar aldım. Final turunda toplam 150 üzerinden 142-143 civarında attım. Bunların içinde 5-6’dan fazla 10 atmışımdır.
Zihinsel dayanıklılığınızı artırmak için neler yapıyorsunuz?
Hayalinde canlandırma diye bir olay var; şu anda bunun üzerinde çok fazla duruyoruz. Gözlerinizi kapatıyorsunuz, kendinizi yarışma sahasında gibi düşünüp, her şeyi canlandırıyorsunuz. Canlandırmayı yaparken beş duyu organınızı da kullanmanız gerekiyor. Buradaki en kritik konu budur. Beyniniz sizi sanki oraya gitmiş, oradaymışsınız gibi düşünüyor ve o şekilde tepkiler veriyor. Bu yöntemle zihinsel olarak vücudunuzu o ortama, baskıya hazırlamış oluyorsunuz.
Peki, liderler okçuluktan ve okçulardan nasıl dersler çıkarabilir?
Liderlikte de okçulukta da benzer bir nokta var: Bir şeyi hedeflerken en tepeyi hedef koymanız gerekiyor. Fakat planlarken en tepeyi değil, en tepeye çıkan yolu planlamalısınız. Bu, bence iş dünyası için de geçerli. “Nasıl yapabilirim, bu yolu nasıl gidebilirim, planlarım neler?” diye düşünmek gerektiğine inanıyorum. Bizde de bu şekilde; olimpiyatları kazanmaktan ziyade olimpiyatları nasıl kazanacağınızı biliyor olmanız gerekiyor.
Çoğu müsabakada rakipleri yenmekten, ezmekten bahsedilir. Okçulukta rakiplerle ilişkileriniz nasıl?
Bizde saygı çok ön plandadır. Örneğin antrenörler 3 metre arkamızda dururlar. Sporcular atış yaparken asla bağırmazlar. Ama “Atış yapılırken bağırılmaz” diye bir kural yoktur.
Herhangi bir kural olmasa da sporcu atış yaparken seyirciler bağırmaz. Maç bittikten sonra, yenseniz de kaybetseniz de mutlaka rakipler birbirlerinin elini sıkar. Tabii kaybedenin gidip rakibinin elini sıkması gerekiyor. Bu yine bir kural değildir ama genelde böyledir. Bu bizim için büyük bir saygıdır.
Okçulukta hedefiniz ne?
Ben en az 42 yaşıma kadar ok atmak istiyorum. Şimdi 1 altın aldık. Geriye 3 altın daha kaldı. Bundan sonraki hedefim bireysel değil; erkek takımı olarak 2024 Paris Olimpiyatları’nda altın madalya almak istiyoruz.
Gelecek planlarım tamamen okçuluğa yönelik. Önceliğim, maksimum süre yapabileceğim kadar sporculuk yapmak. Sonrası için spor psikolojisiyle ilgileniyorum. Okçuluk alanında spor psikoloğu olmak istiyorum.
ŞAMPİYONLUĞU GETİREN 3 SIR
- Ben yaptığım işi çok seviyorum. Bu önemli.
- Çok çalışmak ve çok atış yapmak.
- Birlikte olduğun insanlara güvenmek.
“MOTTOM SEVMEK, EĞLENMEK VE MUTLU OLMAK”
“İyi bir yarışma, antrenman geçirmem ve iyi bir sporcu olmam için gereken koşullar, sevmek, eğlenmek ve mutlu olduğum bir ortam. O ortam mutsuz bir ortamsa önce o ortamı mutlu ortam haline getirmeye çalışırım. Olmuyorsa o ortama hiç girmem. Benim için işin özü sevmek, mutlu olmak ve eğlenmek.”
BAŞARI GETİREN FAKTÖRLER
-
- %30’U ÇALIŞMAK
Profesyonel seviyede başarımda çalışmanın önemli payı var. Bu seviyedeki rakiplerin hepsi maksimum seviyede antrenman yapar. Ancak, daha fazla çalışarak üstünlük kurabilirsiniz. - %50’Sİ ZİHİNSEL GÜÇ
Ailenizin herhangi bir sorun yaşadığınızda sizi bilinçli bir şekilde yönlendirmesi, desteklemesi zihinsel olarak sizi güçlendiriyor. - %20’Sİ GÜVEN
Antrenörlerime duyduğum güvenin başarımdaki yeri çok büyük. - %0 YETENEK
Yetenek bizim seviyede çok kritik değil. Orta seviyelerde daha önemli.
- %30’U ÇALIŞMAK
“Vay be dediğim sporcu”
Hayat hikayelerinden etkilendiğim insanlar oluyor. Örneğin, basketbolcu Michael Jordan’ın hayatını öğrendikten sonra ‘Vay be’ demiştim. Jordan’ın maça çıkarken zihinsel olarak oluşturduğu hava beni çok etkilemişti. Amacı rakibini yenmek değildi; tüm zihinsel yapısını rakibini yok etmek üzerine kuruyor ve bu mantaliteyle oyun oynuyordu.
METE’NİN BAŞARISININ SIRRI NEREDE?
- İNANMIŞ VE VAZGEÇMİYOR İş dünyası Mete’nin hikayesinden çok şey öğrenebilir. Mete, çok özel bir çocuk. Azimli bir insan ve benim gördüğüm kadarıyla, çok sakin bir yapısı var. Büyük hedeflere inanmış biri. En önemlisi, vazgeçmiyor oluşu.
- AİLESİ ÇOK ÖNEMLİ Mete, aynı zamanda değişik branşlarda spor yapmış; yüzmeden basketbola, piyanoya kadar değişik alanlarla uğraşmış. Annesi ve babası okçu olmasına rağmen “Mutlaka okçu olacak” dememişler. Kabiliyetini görme açısından farklı branşlarla tanışmış, okçulukta karar kılmış. Ailelerin değişik branşları da denemesinde ve mümkünse bu konuda eğitimli spor hocalarından da yönlendirme almasında da fayda var.
- SPORUN BÜYÜK KATKISINI GÖRDÜM Ben Samsun’da büyüdüm. Basketbolda o dönem Karadeniz’in en iyi takımı olan DSİ’nin A takımına kadar yükseldim. Bu, şu an bulunduğum noktaya gelmemde çok büyük katkı sağladı. Özellikle basketbol gibi bir takım sporunda, birbirine yaptığın yardım da attığın skor kadar önemlidir. Yöneticilikte de bu böyledir; takımını iyi kurmak ve birbirine yardım etmek başarının anahtarlarıdır.
TANKUT TURNAOĞLU – P&G Türkiye, Kafkasya ve Orta Asya YKB
“TOPLUMA KATKI İÇİN SPORCULARI DESTEKLİYORUZ”
- NİYE DESTEK OLDUK? Olimpiyata ve spora destek, topluma destektir. Biz de markalarımız üzerinden topluma katkı konusunda ne yapabileceğimizi yıllardır düşünürüz. Orkid’in 25. Yılında, 2003’te Kadın Voleybol Milli Takımı’nın göğüs sponsoru olduk. Sporun iyileştirici ve birleştirici rolünü, P&G olarak Türkiye’de keşfetmiş olduk: O takımdan kadın kahramanlar çıktı ve o günden bugüne birçok jenerasyona rol model oldu.
P&G’nin olimpiyat hikayesi, 2012 Londra Olimpiyatları ile başladı. İlk proje, Teşekkürler Anne filmiydi. “Spor kültürünü yaymayı amaçlayan, böyle önemli bir topluma katkı projesi için neden 4 yıl bekleyelim?” diye düşünerek bunu Türkiye’de her yıl yapmaya karar verdik. Çocukların küçük yaştan itibaren belirli konularda yönlendirilmesi, elinden tutulması gerekiyor. Bu noktada aile ve ebeveyn çok önemli. Biz ailenin sembolü olarak anneyi aldık. - ANNELER ÇOK ÖNEMLİ Bizim için olimpik anne, çocuğu olimpiyatlara katılan anne demek değil. Olimpiyata giden anneleri ön plana çıkarıyoruz, çünkü onlar ilham verecek. “Çocuğuna 5-12 yaşları arasında düzenli spor yaptıran her anne olimpik annedir” dedik. Çünkü, bu sayede spordan kazandığı disiplini, takım çalışmasını, kaybetmeyi ve bunu hazmedebilmeyi, aynı zamanda kazanmanın tadını, yaptığı işe de taşıyacaktır. Biz odağımızı annelerden hiçbir zaman ayırmıyoruz. Tabii sporcunun sponsoruyuz ama esas olarak, annesinin sponsoruyuz. Zira onu en zor zamanında destekleyen kişi annedir. Mete Gazoz’un, 2017’de videolaştırdığımız hikayesinde de bunu görmek mümkün.