YAZI: M.RAUF ATEŞ
Sürdürülebilirlik ve sosyal sorumluluk alanının önde gelen isimlerinden John Elkington, yakın zaman evvel önemli bir kavramı ortaya koydu: “Sustainability recession” (Sürdürülebilirlikte durgunluk). Ona göre şirketler dünyasında bu alanda bir sıkıntı var, bu bir hastalık ve yayılma olasılığı da gösteriyor.
‘Net Pozitif’ kitabının yazarı Andrew Winston ise bu kapsamda başka yeni bir kavramı ortaya atıyor: “Green-hushing” (yeşil sessizlik), yani sessizce yola devam etmek, bu konuda biraz yavaşlamak. Ona göre başta büyük banka ve şirketler olmak üzere bunun çok sayıda örneği var. Çok sayıda şirket hedeflerini tutturamadı ya da taahhütlerini geri çekti, bazıları bu alanda iş yapan çalışanlarını bile çıkardı. Andrew Winston, “Bu işi Greenpeace’i memnun etmek için değil, iklim değişikliği büyük bir tehdit olduğu için yapıyoruz” diyor ve ekliyor: “İnsanlık için büyük bir tehlike yaklaşıyor. Potsdam Enstitüsü’nün yeni araştırması, 2049 yılına kadar küresel ekonomiye yüzde 19 oranında bir darbe ya da yıllık 38 trilyon dolarlık darbeden söz ediyor. Bu, şirketler ve bireyler için çok ciddi maliyetlere dönüşüyor.”
Galya Frayman Molinas, uzun yıllarını Coca-Cola’da geçirdi. Çok sayıda alanda üst düzey yöneticilikten sonra en son Meksika CEO’luğunu yürüttü ve şirketten ayrıldı. Son yollarda çeşitli şirketlerde yönetim kurulu üyeliğinin yanı sıra sivil toplum kuruluşlarında yöneticilik yapıyor. Ancak, en çok vaktini ise London Business School’daki derslerine ayırıyor. Sürdürülebilirlik, iklim, değer bazlı yönetim ve sosyal sorumluluk gibi konularda dersler veren Molinas, bu alanlardaki gelişmeleri de yakından izliyor. Fast Company’nin sorularını yanıtlarken, özellikle sürdürülebilirlik alanındaki gelişmelere dikkat çekti.
YAVAŞLAMA İŞARETLERİ
Haziran sonunda yayınlanan Birleşmiş Milletler 2024 Sürdürülebilir Kalkınma raporuna göre Paris Anlaşması sonrasında belirlenen 2030 hedeflerinin çok gerisindeyiz. Belirlenen 17 alan hedefinin yalnızca yüzde 17’si zamanlamalara uygun şekilde ilerliyor. Hedeflerden 3 tanesi diğerlerine göre göreceli olarak çok önde: “Uygun maliyetli temiz enerji, sorumlu tüketim ve üretim, ortaklıklar.”
Bu, özellikle iş dünyasının bazı konularda düğmeye bastığını, inovasyon kaslarını çalıştırdığını ve paydaşlarla birlikte çalışmaya başladığını gösteriyor. Çok geriden gelsek de, geleceğe dair umut vadediyor.
Bir diğer konu da metan emisyonlarıyla ilgili: Metan, Sanayi Devrimi’nden bu yana küresel sıcaklık artışının yaklaşık 3’te 1’inden sorumlu. Dolayısıyla metan emisyonlarındaki azalma, özellikle kısa vadede küresel ısınmayı sınırlamak için çok önemli.
Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) yeni analizine göre, Dubai’de gerçekleştirilen COP28 iklim zirvesi sonrasında gelen yeni taahhütler ve regülasyon düzenlemeleri sonucunda metan emisyonları önemli ölçüde aşağı çekilebilecek.
Üçüncü olarak, sürdürülebilirlikle ilgili 2030 gündeminin oluşturduğu 2016 yılından bu yana veri konusunda önemli gelişmeler oldu. Veri paylaşımı, takibi ve kullanımında ilerlemeler kaydedildi, işbirlikleri de yapılıyor. Bu konuda daha gidilecek çok yol olsa da, veri takibinin yapılması birçok açıdan ilerlemeyi hızlandırıyor. Örneğin metan gazı inovasyonunu tetikleyen unsur, ölçümleme idi. Peter Drucker’in söylediği gibi, “ölçülen şey, yönetilebiliyor”.
GERİ ADIM ATANLAR
Sürdürülebilirlik iş dünyasının gündeminde kalmaya devam etse de, bir krizden geçiyor gibi görünüyor. Birçok şirket, Paris Anlaşması sonrasında iklim hedefleri belirlemişti. Bu hedeflerin birçoğunun anlamlı veya ulaşılabilir olmadığı sonraki yıllarda anlaşıldı. Geldiğimiz noktada, Unilever, Bank of America, Shell ve Microsoft gibi büyük şirketler, iklim taahhütlerinden geri adım attı.
Bunun sağlıklı bir yönü olsa da, hedeflerin gerçekçi olduğu kadar özendirici de olmaları gerekli. Bugün dünya kamuoyunun en güven duyduğu tarafı, Edelman’ın araştırmasına göre iş dünyası oluşturuyor. Çünkü, içinde bulunduğumuz karmaşık ve birbiriyle bağlantılı durumu çözebilecek, insanlığı iyiye götürecek inovasyon ve uygulama becerileri iş dünyasında mevcut. Bu da önemli bir sorumluluğu içeriyor.
HIZ VERENLER DE VAR
Sürdürülebilirlik çalışmalarını yavaşlatanlar olduğu kadar, birçok şirketin bu konuda tüm hızıyla çalışmaya devam ettiğini de biliyoruz. Sürdürülebilirlik kurumsal gündemde sağlam bir şekilde yer alıyor. Bu yıl sürdürülebilir enerji kaynakları ile çevre dostu teknolojilere yapılan yatırımlar 2 trilyon doları aşacak. Bunlar, enerji sektörünün ötesinde, binalar ve ulaşım gibi birçok alanı kapsıyor. Üstelik fosil yakıtlara yapılan yatırımın neredeyse 2 katına ulaşıyor.
Son 12 ayda şirketlerin çeyrek açıklamalarında sürdürülebilirlik ve ESG konularına yapılan atıflar yüzde 30’dan fazla düştü. Diğer taraftan, bu konuların sermaye piyasa bildirimlerinde artarak yer alması, iletişimde yaşanan değişimi gösteriyor. Birçok kurum yaptıkları ‘greenwashing’ (yeşil aklama) nedeniyle ceza aldı; konuyla ilgili açılan birçok dava sürüyor. Bu durum, iş dünyasını vaat verirken daha sorumlu davranmaya ve tedbirli olmaya yöneltiyor.
‘GREEN HUSHING’ TERCİHİ!
Diğer bir gelişme, özellikle ABD’de pek çok şirketin sürdürülebilirlik çabalarını sessizce sürdürmeyi seçmesi. ‘Green hushing’in, şirketlerin kamudan soru ve tepki alma endişelerinden kaynaklandığı düşünülüyor.
Şirketlerin konuyla ilgili konuşmaktan imtina etmeleri şeffaflığın önünde bir engel oluşturabilir. Oysa ki, sürdürülebilirlik uygulamalarının iletişiminin şeffaf şekilde yapılması şirket itibarı ve çalışan bağlılığı gibi konularda itici bir güç oluşturuyor.
Ayni zamanda iyi uygulama örnekleri, sektörde faaliyet gösteren diğer oyuncular için bir motivasyon unsuru oluyor ve ilerlemeyi tetikliyor. O yüzden şeffaf yaklaşım çok önemli; ancak şirketler şeffaf oldukları için cezalandırılmamalı.
Bu dönemde, daha kapsayıcı, paydaşlarla birlikte oluşturulmuş anlamlı raporlamaların da ortaya çıktığını görüyoruz. Unilever’in son dönemdeki ‘Climate Policy Engagement Review’ çalışması da buna çok iyi bir örnek.
GERİ DÖNÜŞ OLACAK!
Sonuçta, sürdürülebilirlik, iş açısından da doğru olanı yapmaktır ve salt uzun vadede değil, kısa ve orta vadede de geri dönüş sağlar. Bu bağlamda, sürdürülebilirlik gündemde geriye düştü gibi gözükse de illa ki geri dönecek. Sürdürülebilirlik çalışmalarını durdurmuş olan şirketler bu konuda yeniden çalışmaya başlamak zorunda kalacaklar… Çünkü, regülasyonlar ortadan kalkmayacak, dahası yatırımcılar bu konuda ısrarcı olacaklar.
Nitekim yatırım tarafında, sene başında yaşanan sorunlara rağmen sürdürülebilir fonlara ilginin yeniden artmaya başladığını görüyoruz. Bir diğer konu da, temiz teknoloji maliyetleri düşüyor ve bu, bir noktada sürdürülebilirlik yatırımlarının kârlı hale gelmesini sağlayacak.
Sistem değişimi lineer ve ardışık bir eğri izlemez; karmaşık ve belirsizdir, yıllarca sürebilir. Çevre ve sosyal sürdürülebilirlik konusunda tam da bunu yaşıyoruz. ‘Sustainability’ kavramının babası John Elkington’un yazdığı gibi, “Sürdürülebilirlik dönüşümü dalgalar halinde geldi. Bu sonuncusu yeni bir dalga mı bilmiyoruz ama yeni bir gelişme olduğu muhakkak.” O yüzden sürdürülebilirlik stratejilerinin işten bağımsız bir kulvar değil, iş modelinin ve stratejisinin bir parçası olarak kurgulanması önemli.
YAPAY ZEKA NASIL ETKİLEYECEK?
Yapay zekanın, sektörlerin ve sistemlerin dönüşümünü hızlandırma üzerinde benzeri görülmemiş ölçekte bir etkisi olacak. Yapay zeka, enerji, mobilite, lojistik, tedarik zinciri, tarım, sağlık sektörü ve kirliliğin izlenmesi gibi birçok alanda çok önemli ilerlemelere destek olacak.
Ancak, yapay zekanın başka riskler yarattığının da altını çizmek lazım. Örneğin, yapay zeka modellerini çalıştırmak için yüksek miktarda enerji ve su gerekli. Bu anlamda teknolojik ilerleme ile sürdürülebilirlik arasında hem olumlu hem de olumsuz bir etkileşim var. Bu durum, yapay zeka içeren yeni teknolojilerin çevresel etkilerinin izlenmesinin önemini vurgularken, teknoloji sağlayıcıların verdikleri taahhütleri yerine getirmelerinin ne kadar kritik olduğunu da ortaya koyuyor. Bu yolda inovasyon ve işbirlikleri gerektiğini de bize tekrar hatırlatıyor.
RAKAMLAR NE DİYOR?
- %30
Son 12 ayda şirketlerin çeyrek açıklamalarında sürdürülebilirlik ve ESG konularına yapılan atıflar yüzde 30’dan fazla düştü. - %58
South Pole’un 14 büyük sektörden 9’unda büyük şirketlerle yaptığı araştırma, şirketlerin iklim iletişimini azalttığını gösteriyor. Şirketlerin yüzde 58’i ise iletişimi azalttığını söylüyor. - 44
Broadridge şirketinin araştırmasına göre, 2023 yılının ilk 6 ayında 44 fon, isimlerinden ‘sürdürülebilir’ ifadesini çıkardı. 2022 yılının aynı döneminde 99 fon ‘sürdürülebilirlik’ ismini eklemişti. - %63
Connected Impact’ın araştırmasına göre, FT100 şirketlerinin yüzde 63’ü, 2023 yılında konuyla ilgili açıkladıkları gerçek verileri kamuoyuna duyurmadılar, yetersiz bilgi verdiler.
SÜRDÜRÜLEBİLİRLİKTE 6’NCI DALGADAYIZ
- 1960 – 70’lerdeki bu ilk dalga, çevresel etkilerin ve doğal kaynak taleplerinin sınırlandırılması gerektiğini vurguladı. Bu dönemde çevre mevzuatında büyük bir değişim yaşandı ve işletmeler daha çok yasalara uyum sağlamaya odaklandılar.
- 1980-90’lı yıllarda iş dünyası, uyumun ötesine geçmenin faydalarını fark ederek rekabetçi bir yaklaşım benimsedi. Çevresel yönetim sistemleri entegre edilmeye başlandı.
- 1990-2000’lere imzasını atan bu dalga süresince, daha az çevresel etki ile daha fazla değer yaratmaya odaklanıldı. İsraf, enerji tüketimi ve kaynak kullanımı azaltılmaya çalışıldı.
- Bu dalga 2000’lerde başladı. Kurumsal sosyal sorumluluk, bu dalga sırasında ana akım bir kavram haline geldi ve işletmeler çevresel kaygıların yanı sıra sosyal meselelere de odaklanmaya başladı.
- 2010’lardan günümüze devam eden bu dönem, sürdürülebilirliğin temel iş modeline entegre edilmesine odaklanıyor. Şirketlerin, sürdürülebilirliği uzun vadeli başarı için vazgeçilmez olarak gördükleri bir dönemdeyiz. Döngüsel ekonomi uygulamaları, paylaşılan değer yaratma ve sürdürülebilir inovasyon, ana temaları oluşturuyor.
- ‘Yenilenme’ (regenerative) ve ‘Net pozitif’, 2020’li yıllardan bu yana etkisini giderek artıran ve henüz ortaya çıkmakta olan bir akım. İş dünyasının verdiği zararı en aza indirmenin ötesine geçerek, çevresel ve sosyal olarak aldığından fazlasını geri vermek suretiyle pozitif bir etki (net pozitif) yaratması söz konusu.