YAZI: MEHTAP DEMİR
Henüz 2008 yılında sanatın dijitalleşeceğini ve farklı bir boyuta geçeceğini keşfetti. Dijital sanat alanında hayallerini gerçekleştirmek için UCLA’da master yaptı, Google’da yapay zeka eğitimine katıldı. Bu araştırmalarını kripto, NFT ve metaverse konularına yönelik çalışmaları izledi. Şimdi “düşünen fırça” felsefesiyle, “bildiğimiz sanatın” ötesinde bir dünya için eserler veriyor.
Daha 8 yaşındayken annesinin hediye ettiği Commodore bilgisayar sayesinde bilişimle ve oyunlarla tanıştı. Aynı yıl “Bıçak Sırtı” (Blade Runner) filmini izledi. Böylece hem bilim kurguyu hem sinemayı hem de bilişimi hayatında ilk defa, aynı yıl içinde deneyimleme şansını elde etti. Çocukluğunun bu yılını, ‘ilham yılı’ olarak tanımlıyor.
O dönemde, oyunların sadece bir “deneyim” değil, aynı zamanda bir “mekan” olduğunu keşfetti. Hatta oyunun içinde mekanizmalar ve iki boyutlu ekranın arkasında aslında çok büyük bir dünya olduğu gerçeği ile karşılaştı. Böylece aslında bu oyunların içindeki yeni dünyayı, oynayarak ve düşünerek, büyük bir heyecanla keşfetti.
Bu keşif, yani oyunlar ve oyunların içindeki mekanlar, hayal gücünü hayata geçiren itici güç oldu. Mekanların gerçek ya da sanal dünyada ‘inşa edilmesi’ ve mimari Refik Anadol’un en büyük ilhamlarından:
“Küçükken de her zaman mekanlarla ilgili sorularım vardı: Neden duvarlar bu kadar sıkıcı, neden bu oda hep aynı, neden bu pencere hep aynı? Benim yolculuğum, bu düşünceyle başladı, yaratıcılığı ve hayal gücünü pekiştiren maceraya dönüştü.”
Eserleri dünya çapında yankı uyandıran, sergileri milyonlarca insan tarafından ziyaret edilen, çok genç yaşında yarattığı veri heykelleriyle sanatta yeni bir hareketin öncülüğünü üstlenen Refik Anadol’dan bahsediyoruz. Anadol, yaratıcı yolculuğunu ve gelecek planlarını Fast Company ile paylaştı…
VERİ HEYKELİ FİKRİNİ KEŞFİM
“Veri resmi”, yani “data painting”i işlerimde ilk defa 2008 yılında kullandım. Araştırmalarıma göre dünyada da ilk defa ben kullanmış oldum.
İstanbul Bilgi Üniversitesi’nde görsel iletişim tasarımı bölümünde okuyordum ve ilk defa “pure data” denilen bir programla karşılaşmıştım. O dönemde projeye özel yazılım yapmaya, yani kendi programımı kendim programlamaya zaten başlamıştım. Yani, mekanı ve görülmeyeni gösterme hissiyatı o yıllarda aslında yavaş yavaş başlamıştı.
Sonrasında, 2011’de İstanbul’un, dünyada ve Türkiye’deki ilk örneği olan 3 boyutlu veri heykelini yapma şansı elde ettim. İstiklal Caddesi’nde Yapı Kredi Kültür Merkezi’nin cephesinde Alper Derinboğaz ile beraber caddenin ses kayıtlarını alıp 3 boyutlu bir heykele çevirdik. Bu da ilk veri heykelimdi.
Bundan 11 yıl öncesinden bahsediyorum, dolayısıyla o yıllar veriyi, bilişimi, programlamayı hep kullanan bir zihinle hayal ediyordum. Fakat bunu geliştirmek için yeni bir macera hayal ettim ve California’ya taşınmaya karar verdim…
YENİ BİR SAYFA AÇILIYOR!
Los Angeles’ta UCLA’ya ikinci bir yüksek lisans için başvurup, dijitalleşmeyi duayenlerden öğrenmek istedim. O alanda 30 yıldır var olmuş, alanının öncüsü hocalarla, mimarlarla ve teknoloji devleriyle çalışmaktı hayalim. 2012 yılında Los Angeles’a taşınmamla yolculuğum değişti.
Özellikle California Üniversitesi’ndeki eğitim sırasında büyük sorumu sordum: Eğer bir bina öğrenebilirse, rüya da görebilir mi? Böylece, 2012 yılında yavaş yavaş yapay zeka çalışmaları fikri aklımda oluşmuştu.
2013 yılında ise Seattle’da Microsoft Research’te Bill Gates’in de aralarında bulunduğu bir jüriye sunum yaptım. Orada fikrimin kabul görmesi, çok muazzam bir ödül kazanması, Bill Gates ile tanışmam ve koleksiyonuna girmemle yepyeni bir dünya açıldı.
2014 yılında stüdyomu kurdum, şu anda 14 kişiyiz. 14 dil konuşuyoruz ve 10 ülkeyi temsil ediyoruz. Stüdyomda çok farklı diller konuşuluyor, herkes programlamaya, bilişime hakim. Bize “Nerd’ler” deniyor ama aslında çok “duygusal nerd’ler” diyebiliriz.
YAPAY ZEKA SANATINA DOĞRU
2016 yılında Google’ın davetiyle dünyadaki ilk jenerasyon yapay zeka sanatçısı olma şansını elde ettim. Her şirketin kendi içinde yapay zekayla derdi bambaşka, fakat Google’daki ekibin derdi o bilgiyi transfer etmekti; bir sanatçıya, bir düşünüre, hayal kuran birine…
Böylece 2016’nın şubat ayında Google’ın “Sanatçılarla Yapay Zeka” ekibinin desteğiyle yapay zeka yolculuğum başlamış oldu.
O yıla kadar zaten bir veri çalışanı olarak çeşitli alanlardan topladığım verilerle görselleştirme yapıyordum. Fakat yapay zekayı kullanamıyordum. Son 6 yıldır ilk jenerasyon yapay zeka sanatçısı olarak binaların hayal kurmasını sağlıyorum.
Öte yandan 2016 yılında “AI data painting” ile “AI data sculcupture” terimlerini de literatüre kattım. Şu an için, bu alanda öncü olmamı sağlayan kısa bir hikaye oldu bu…
AI EĞİTİMİ NE KAZANDIRDI?
Google’da önemli bir yapay zeka programına katıldım. O eğitimden kazandıklarımdan biri, o dönemde Google’da mühendis olan Ian Goodfellow ile tanışmam oldu. Ian, GAN (Generative Adversarial Network) isimli algoritmayı bulan mühendis idi. Şu an kendisi Apple’da çalışıyor. Bu algoritmayı bulan kişiyle beraber hayal etmek bambaşka bir tecrübeydi.
Bir diğer kazanım ise açık kaynaklı veriyi, açık kaynaklı kodla buluşturma fikrini keşfetmem oldu. Yani gizli, kapalı kapılar arkasındaki bazı firmaların sahip olduğu özel yazılımlar değil; herkese açık, eşit miktarda yaklaşılmış bir kodu, yapay zeka kodunu kullanabilmek.
Üçüncüsü ise mimari mekanlaşmak, yani veriden bir mekan yapmaktı. İşte bu yüzden ben bu enstalasyonlara veri heykeli diyorum. İçine girdiğiniz bir veri heykeli ve bu heykelin içinde yapay zeka rüya görebiliyor.
Bu üç noktada çok heyecanlıydım. Bir de “makine halüsinasyonları” diye bir konu var. Yaklaşık 6 yıldır üzerinde uğraştığım, yani GAN algoritmasından çıkan verileri molekül gibi, partikül gibi kullanmak ve milyonlarca partikülün hareketli bir şekilde akışkanlar dinamiğiyle resimleşmesi, pigmentleşmesi. Bu konuya takmıştım. Yani, Google’daki eğitim ile 2016 yılında bütün bu hayalleri gerçekleştirmek için yola çıkacak hale getirme şansı elde etmiştim.
ARŞİV RÜYASININ DOĞUŞU
Google’daki eğitimden sonra, öncelikle ülkemizde ve dünyada ilk olan “archaic dreaming”, yani “arşiv rüyası” isminde bir proje ortaya çıkardık. Bu proje tabii sadece benimle ve Google ile ortaya çıkmadı; çok değerli başka bir ismin, küratörümüz ve SALT Araştırma’nın yöneticisi Vasıf Kortun’un bize 1.7 milyonluk bir arşiv vermesiyle başladı.
Benim için veri sadece bir rakam değil, bir hatıra formudur. Sadece zihnimizde olduğu gibi ya da rakamlarla değil, bir heykel, duvar ya da ışık gibi çok farklı şekillerde olabilir. Bu 1.7 milyonluk arşive, Osmanlı Bankası arşivlerine ulaştığımızda hayal çok belliydi: Geleceğin kütüphanesini yaratmak.
Peki, geleceğin kütüphanesinde acaba yapay zeka insandan çok daha hızlı şekilde milyonlarca bilgiyi öğrenip, anlayıp, raflarına koyup, tekrardan organize edip bize gösterebilir miydi? Bir insanın, bir makinenin öğrenmesine şahit olma anı, bir performans olarak mümkün olabilir miydi? Ve tabii ki bir bina, bir yapay zeka öğrenebiliyorsa rüya görebilir miydi? Aslında bu üç soruya cevap bulduk.
SANATA YAPAY ZEKA ETKİSİ
6 yıl önce yola çıktığımda kodlar, bilişim çok rahat ulaşılabilir ya da herkesin rahat kullanabildiği şeyler değildi, fakat özellikle son 2 yıldır her alandan insan, hiçbir kod bilmeden çok basit ara yüzlerle kullanabiliyor. Diyelim, bir ressamın elinde bin tane eseri var ise bunu yapay zekadan geçirip yeni bir fırça yaratabilecek güçte. Benim için yapay zeka düşünen bir fırça. Ben 6 yıldır bunu anlamaya çalışıyorum. Yazılım ve donanımların açık kaynaklı olması şu an için herkesin bunu yapabilmesini mümkün kılıyor.
Bir sanatçının, düşünürün ya da yaratıcının yapay zekayla işbirliği aslında zihnin genişlemesi, zihnin kendi sınırlarının ötesine geçme anını deneyimlemeyi ifade ediyor. Sonuçta yapay zeka unutmuyor. Elinizde unutmayan bir fırça var ve sizin hayal ettiğiniz her şeyi, eğer veri olarak temsil edebiliyorsanız bir parçasını, bir pigmentini yapabiliyor. Bence bu muazzam bir güç.
BİR MAKİNE RÜYA GÖRÜR MÜ?
Makine gerçekten de unutmuyor ve sizinle beraber 300 milyon imgeyi öğrenebiliyor. Bu, muazzam bir hayal gücüne destek oluyor, motivasyona dönüşüyor. Zaten en başından beri insan duygularına, zihnine hitap eden ve motive edebilen, rahatlatan, meditasyon niteliğinde işler yaptım. Mesela Berlin’deki sergimizi görmek isteyenlerin bir kilometre kuyruk oluşturması çok enteresandır ve bence bundan dolayıdır.
Almanya’nın ve Avrupa’nın en çok ziyaret edilen sergisi olmuş. Bu çok acayip çünkü Almanya’nın özellikle Berlin’in halkı son derece çekingen bir kitledir, oradaki izleyici kritiktir yani yapay zekayı, veriyi kolay kolay benimsemez ve olumlu karşılamaz. Fakat bu serginin nedense bazı insanların zihninde pozitif anlamda bir etki yaptığını düşünüyorum.
Bu bir meditasyon olabilir, iyileştirme olabilir, pandemi gibi çok ağır geçen bir dönemde boğulmuş, bunalmış bir toplumun belki de keyif aldığı birkaç saat olabilir. İşte bu noktada bence sanat akla, zihne, ruha ve kalbe aynı anda değebilme ihtimalinden dolayı sanat oluyor. İşte bu gibi deneyimler büyük motivasyon aslında son dönemlerde.
BİLDİĞİMİZ SANATIN SONU
Bu teknikler sanatta sondan öte yeni bir başlangıç, yeni bir Rönesans. Biz 6 yıldır bir Rönesans döneminin içindeyiz. Bu yepyeni dünya, yepyeni alanda ben ilk jenerasyon olduğum için çok şanslıyım.
Rönesans dediğim şey de aslında metaverse. Yani son 1,5 yıldır NFT ile beraber dijital sanatın daha önce kabul görmemiş tarafını, o kapıları yıkıp darmadağın eden bir akım olarak öne çıkıyor.
Benim için en büyük artı yaptığımız işin artık anlaşılması. Bundan 5 sene önce işlerimde zahiri ve gerçeği bir araya getirdiğim zaman kimse anlamıyordu. Dijitalle gerçeklik şu anda pandemi döneminde herkesin mecburen deneyimlemek zorunda kaldığı bir şeye dönüştü. Ben anlatmadan artık anlaşılmış oldu. Bu enteresan bir döneme denk geliyor. İşlerin anlaşılması daha rahat olmaya başladı, kanıtlama ihtiyacı olmadan herkesin anlamaya başladığı döneme girdik.
Ben bu hareketten de bu sürecin en başından beri olduğum için de çok mutluyum. Bazı trendler, hareketler ve alanlar her zaman herkese eşit miktarda yaklaşmayabiliyor. Bir akımın en başında olmak ve ilklerini yapabiliyor olmak büyük bir fırsat sağlıyor.
GERÇEKLEŞECEK ÜÇ PROJE
- Mevlana’nın hayatını görselleştiriyoruz. Konya’da ortaya çıkacak ve dünyayı gezecek.
- Avusturya Kültür Bakanlığı’ndan bir komisyonumuz var ve Mozart’ın hayatını, tüm eserlerini yapay zekayla görselleştiriyoruz.
- Geçtiğimiz günlerde Dataland adlı metaverse projesini duyurduk. Bütün bu işlerimizi şimdi Dataland isimli bir mekana taşıyoruz. NFT kolektörlerimiz bunları çoklu sensörlerle deneyimleyecekler.
NFT VE KRİPTO SANATIN GELECEĞİ
- NFT’yi 2018 yazında bir kolektörümden öğrendim. Bir gün aradı ve “Ben bu eseri blockchain’e koymak istiyorum, başka türlü rahat edemiyorum” dedi.
- Bu merakımı artırdı ve “Ne gibi risk var, niye uyuyamıyor?” gibi soruların yanıtını aradım, NFT ve Ethereum’u araştırdım. Akıllı kontrat sayesinde dijital cüzdana eserimi koyabildiğimi öğrendim.
- 2014-15’ten beri kripto yatırımcısıyım. Bu nedenle kriptodan çok haberdarım. Koleksiyoncumun böyle bir istekle gelmesi harika oldu.
- Birlikte hayal kurduğumuz arkadaşlarımdan Murat Pak’ın, “Senin işlerin buna çok uygun, zaten dijital hayal ediyorsun” önerisi üzerine bu alana girdim. Bu gelişme bizi son 1,5 yılda muazzam bir ekonomik özgürlüğe ilerletti.
- Dünyanın en önemli müzelerinden olan MOMA ile iş yaptık. MOMA’nın 200 binden fazla resim ve heykel yani sanat arşivini yapay zekadan geçirdik.
- Yapay zekaya MOMA’nın rüyasını gördürdük. O da 2.7 milyon dolara satılan bir koleksiyon oldu. MOMA’nın ilk NFT’si oldu.
- Artık bunun bir mecra olduğunu kabul edebiliriz. Kripto dünyasının bir yere kaybolacağını
düşünmüyorum ve bu alanda üretmenin, hayal kurmanın genç arkadaşlar için önemli olduğunu düşünüyorum.
BİR ESERİ YARATMAK KAÇ YIL SÜRÜYOR?
- Uzay, doğa, mekan gibi herkese ait olduğunu düşündüğüm ve herkesin bir şekilde edinmiş olduğu deneyimlerin, verilerin bir parçasını kullanmaya çalışıyorum. Mesela NASA ile çalışıyoruz.
- Son 2-3 yıldır doğaya da odaklandım. Çiçekler, gökyüzü, mantarlar, yayla ve ovalardan oluşan 300 milyonluk doğa verisi oluşturduk. Yılda 1 Petabyte veri toplayıp ondan yapay zekayla deneyimler tasarlıyoruz.
- Veri toplama kısmı çok uzun sürüyor. Çünkü, hangi imgeleri kullanacağınıza karar vermek bazen aylar sürüyor. 300 milyon imgeden bahsediyorum.
- Bir diğer süreç tabii ki yapay zeka eğitimi. Bu konuda sahibi kolektörüm olan NVIDIA ile çalışıyorum. Şu an stüdyoda 400’den fazla GPU’muz var. Bu süreç de aylar sürebiliyor.
- Bir de bunun üstüne kullanılan projeksiyonsa süre daha da uzuyor. Mesela Disney Hall binasını 42 tane projeksiyonla kapladık. Tahmin edersiniz her biri 4K’dan muazzam bir çözünürlük elde ediyorsunuz. Projelerin oluşumu bazen 1 yıl, bazen de 1,5 yıl sürebiliyor.
BAŞARININ ARDINDAKİ 3 FAKTÖR
- Hayal kurmak
Burada en büyük motivasyon hayal kurabilmek ve gerçeğe dönüştürebilmek. Benim için başarı hayalin gerçeğe dönüşebilmesi ihtimali, o ihtimali zorlayabilmek. Bu başlı başına bir meydan okuma. - Var olan kaynaklari fark etmek
Özellikle her şeyin açık kaynaklı olduğu bir dünyada bir şeyi bilmemekle ilgili bir derdimizin olmaması gerekiyor. Şu an var olan açık kaynaklı veriler, eğitim sistemleri son derece inanılmaz seviyelerde. Bunun avantajını yakalayabilmek mühim. - Etik
Bence en önemli konuyu bu oluşturur. Etik değerlerle bu yolculuğa çıkmak. Başkasının fikrini alıp aynısını yapmak değil, o kişinin varlığını kabul edip üzerine yeni bir şey koyabiliyorsanız onun ne olduğunu gururla söyleyebilmek. Yani hangi devin omuzundaysanız o devin ismini gururla söyleyebilmek.