Walker, “Kapsayıcı ve adil ekonomi bağlamı ve koşullarını yaratırsak, kapitalizmin inkar edilemez üretici gücünü, insanlık için daha etkili kullanabiliriz” diyor.
Yazı: DARREN WALKER
KAPİTALİZM KRİZDE. ABD – VE DEMOKRATİK DEĞERLERİMİZ, söylemimiz ve kurumlarımız – şimdiye kadar görülmemiş bir eşitsizlik düzeyinden muzdarip. Bugün, en zengin 3 Amerikalı, birlikte, alt gelir grubuna ait nüfusun yarısı kadar servet sahibi. Daha da kötüsü, ekonomik eşitsizlik düzeyi, insanlığın yaşadığı birçok eşitsizlik türünden yalnızca biri. Irk, cinsiyet, cinsel yönelim, etnik köken, din ve yeteneğe dayanan yaygın ayrımcılıkla da karşı karşıyayız. Tüm bunlara göz yummak ise, kuraklık, yiyecek kıtlığı ve mülteci krizleri yoluyla bu eşitsizliklerin her birini daha uç noktalara taşıyarak küresel bir yıkıma yol açabilir.
Çocukken içimde, Amerika’nın başarılı olmam için beni desteklediği duygusu vardı. Doğu Teksas’ta küçük bir kasabada yaşamama ve Güney’de siyah ve eşcinsel olarak büyürken karşı karşıya kaldığım ön yargılara rağmen, bireylerin ve kurumların beni yüreklendirmek için uyum içinde çalışmalarının faydalarını gördüm. Ancak, bugün sistemimizi düşündüğümde, merak ve endişe etmekten kendimi alamıyorum. Acaba günümüzün yeterli olanaklarla büyümeyen çocukları hâlâ geleceğe dair içlerinde umut barındırıyor mu?
Açıkçası, biz insanlar bir sonraki seçimlerin kapitalizm krizini ele almasını bekleyemeyiz. Ve neyse ki beklemiyoruz da… Çünkü işin amacını iyileştirdiğimizde ve kapitalizmin avantajlarının ülkemizin her köşesine ve ötesine ulaşmasına izin verdiğimizde nelerin mümkün olduğunu biliyoruz. Bugün, işletmeler ve sosyal sektörlerde sayıları giderek artan liderler, kapitalist sistemimizi daha adil hale getirmenin yollarını buluyorlar. Kapsayıcı ve adil ekonomi bağlamı ve koşullarını yaratırsak, kapitalizmin inkar edilemez üretici gücünü, insanlık için daha etkili kullanabileceğimizin farkındalar.
Bu farkındalığa ilişkin ilk olumlu işaretler, yaz biterken CEO Business Roundtable’dan 181 CEO’luk bir grubun, bir şirketin amacını yeniden tanımladıklarına dair açıklamalarıyla geldi. Bu CEO’lar “şirketlerine tüm paydaşların yani müşterilerin, çalışanların, tedarikçilerin, toplulukların ve hissedarların menfaatleri için liderlik etmeyi” taahhüt etmekteydi. Fikir basit: Bir firmanın politikalarından ve uygulamalarından etkilenen herkes, o firmayı şekillendirmede söz sahibi olmalıdır.
Çoğumuzun yaygaralar kopardığı değer sıfırlaması budur: 20. yüzyılın sonlarındaki kapitalizmden daha adaletli bir 21. yüzyıl kapitalizmine geçiş… Harvard Üniversitesi’nden Oliver Hart ve Chicago Üniversitesi’nden Luigi Zingales gibi ekonomistler, paydaş kapitalizmine geçmenin sadece doğru olanı yapma meselesi olmadığını iddia ediyorlar: Çevreyi kirletmemek, kirliliği temizlemekten daha ucuzdur. Bağımlılık yapan opioidleri satmamak, bağımlısı olanlara zihinsel ve fiziksel bakım sağlamaktan daha az maliyetlidir. İlgili tüm paydaşların bakış açılarını dikkate alarak, dahil olan herkesin sonunda acı çektiği bu gibi durumlardan kaçınabiliriz.
Business Roundtable’ın beyanı, ancak onun altına imzasını atanların ona gerçek taahhüt ve eylemlerle riayet etmesi durumunda anlamlıdır. Artık bu işletmeler değerlerini açıkladığına göre, yeni mezunlardan CEO’lara kâr amacı gütmeyen danışmanlık kuruluşlarından kurumsal yönetişim lobilerine kadar herkesin bu değerleri eyleme geçirme zamanı. Bu, daha fazla ve farklı paydaşın yetki sahibi pozisyonlara getirilmesiyle başlar. Mesela, yönetime katılmanın 1976’dan bu yana toprak kanunu olduğu Almanya’ya bakabiliriz. Buradaki büyük şirketler, denetleyici yönetim kurullarının yarısının işçiler tarafından seçilmesine izin vermek zorunda. Bu kural, ülke ekonomisini yavaşlatmadı, aksine Almanya’nın kişi başına düşen gayrisafi yıllık büyümesi, o zamandan beri bizimkinden daha hızlı olmuştur. Ayrıca, orada daha az gelir eşitsizliği ve daha yüksek yaşam beklentileri var. ABD’de işçilerin asgari ücrete zam (Pew Araştırma Merkezi’ne göre Amerikalıların üçte ikisi asgari ücretin saatte 15 dolara çıkarılmasını destekliyor) ve daha iyi çalışma koşulları talep etmeleri şaşırtıcı değil.
Amerika’nın demokratik kapitalizmi bir zamanlar benzer şekilde işlemekteydi. Kendi dedem, sadece üçüncü sınıfa kadar okuyarak, yaklaşık 40 yıl boyunca bir petrol şirketinde hamal olarak çalışmıştı. Şirketin, her çalışanı için bir kâr paylaşım planı bulunduğundan, büyükbabam finansal güvenceyle emekli olabildi.
Ancak, en son rakamlar, bugünün Fortune 500 şirketlerinin yalnızca yüzde 16’sının yeni çalışanlara klasik bir emekli maaşı sunduğunu gösteriyor. Çok fazla şirket, işçilerine hak ettikleri değeri vermiyor. Amerikalılar şimdi her zamankinden daha fazla ve daha verimli çalışırken, ücret artışları verimlilik artışının çok gerisinde kalıyor. Basitçe söylemek gerekirse, Amerikalılar daha fazla ve daha iyi çalışırken ellerine daha azı geçiyor.
Birlikte, bu eğilimleri tersine çevirebiliriz ve çevirmeliyiz. Bu konuda öne çıkan şirketlerden biri olan Patagonia, ailevi durumlar için izin politikası ile bunu nasıl yapabileceğimize dair bir örnek sunuyor. Otuz yıldan fazla bir süredir, şirket, ebeveynlerin öğle yemeklerini ve iş molalarını çocuklarıyla geçirmelerini sağlayan yüksek kaliteli, yerinde çocuk bakımı hizmeti sunuyor. Diğer politikaların yanı sıra 16 haftalık tam ücretli doğum izni (babalar ve evlat edinen anneler için 12 haftalık tam ücretli izin) ve çalışanların seyahat etmesinin gerektiği durumlarda dadılık hizmetleri sunuyor. Sonuçlar oldukça etkileyici. Geçtiğimiz beş yıl boyunca Patagonia’da doğum izni alan kadınların yüzde 90’ı işe geri döndü. Bu elde tutma çabası, her şirketin uygulaması gereken bir politika.
Bu gibi hedeflere ulaşmak için şirketler bu verilerin kaydını tutmaya başlamalı. Ne de olsa, sözlerin ilerlemeyle eşleşmesini sağlamanın en iyi yolu ölçmek ve izlemektir. Geleneksel olarak, sosyal etkiyi ölçmek hep zor olmuştur. Bununla birlikte, bir lider kurumlar gruplaşması sayesinde bu ölçümler artık çok daha başarılı oluyor.
Bağımsız bir konsey olan Sustainability Accounting Standards Board (Sürdürülebilirlik Finans Standartları Kurulu), istihdam, çevresel sürdürülebilirlik ve yönetişim gibi alanlarda finansal olmayan önemli verilerin kurumsal raporlamasını standartlaştırmak için çalışıyor. Küresel Etki Yatırım Ağı’nın (Global Impact Investing Network) bir girişimi olan IRIS (Etki Raporlama ve Yatırım Standartları), şirketlerinin sosyal ve çevresel etkilerini göz önünde bulundurmak isteyen yatırımcıları yönlendirmeye yardımcı olan kabul edilmiş bir performans ölçütleri kataloğu sunmaktadır.
Çevreyi kirletmemek, kirliliği temizlemekten daha ucuzdur. Bağımlılık yapan opioidleri satmamak, bağımlısı olanlara zihinsel ve fiziksel bakım sağlamaktan daha az maliyetlidir. İlgili tüm paydaşların bakış açılarını dikkate alarak, dahil olan herkesin sonunda acı çektiği bu gibi durumlardan kaçınabiliriz.”
Ve Küresel Etki Yatırımı Derecelendirme Sistemi (GIIRS), şirketleri ve fonları, çevresel ve sosyal etkilerine göre, Standard&Poor’un kredi riski derecelendirmelerine benzer şekilde değerlendiriyor. Kısacası, şirketler artık finansal ilerlemenin yanı sıra sosyal performansı da ölçebiliyor. Bir sonraki adım ise tüm bu farklı ölçüm sistemlerini düzene sokmak. Böylece sosyal değeri değerlendirmek için elimizde net, açıklanabilir ve evrensel ölçütler olabilir.
Elbette, daha geniş anlamda, üç aylık mali raporlama tahakkümünü daha uzun vadeli planlama ve sürdürülebilirlik taahhüdüyle değiştirmeliyiz. Dünyanın en büyük varlık yöneticisi BlackRock’ın başkanı ve CEO’su Larry Fink, bu konuda tutkuyla, BlackRock’ın yatırım yaptığı şirketlerin “uzun vadeli değer yaratma için stratejik çerçevelerini” açıkça belirtmeleri gerektiğini yazmıştı. Business Roundtable’da olduğu gibi, BlackRock’ın güçlü sözlerinin de aynı derecede güçlü eylemlerle karşılanacağını umuyorum.
Fink’in cesur açıklaması, finans dünyası dışında da sağlam bir tavsiye. Hem kamu hem de özel sektör çapında, uzun vadeli değer hakkında daha fazla düşünmeye başlamalıyız. Örneğin, otomasyon çağında isçilerin geleceğini düşünmek gerekir. Ailesinin kurduğu vakfa liderlik etme ayrıcalığına eriştiğim Henry Ford’a göre, Amerika’nın sürdürülebilir bir geleceğe sahip olması için isçilere ihtiyacı var. Böylece bu şirketlerin ürettiği ürünleri satın alabilirler.
Bu durumda, bugünün zorluklarının çözülmesi için işletme ve filantropi (hayırseverlik), özel sektör ve kamu sektörü arasında benzeri görülmemiş bir işbirliği gerektiği gerçeği, benim için giderek daha açık bir hale geldi. Bizim açımızdan, Ford Vakfı, filantropik modeli yeniden kurgulamak; isimizi ve sektörümüzün çalışmalarını, cömertçe daha adil hale getirmek için çalışıyor. Fikir, bu hayırseverlik sorunlarının belirtilerini ele almak yerine, doğrudan adaletsizliğin temel nedenlerini ele almaktır. Bu çalışmaya derinlemesine daldıkça is ve filantropinin birbiriyle nasıl gerçekten bağlantılı olduğunu keşfettik. Bu yüzden daha kapsayıcı bir kapitalizm üretmek için birlikte çalışmamız çok önemli.
Kapitalizm, herkes için fayda sağlıyorsa avantajlı olur. Bu da üzerimize onu daha iyi olmaya zorlama yükümlülüğü yükler. Ülke genelinde, bu özel durum hakkında liderler, düşünürler, çalışanlar ekonomik sistemi yeniden dizayn etmenin yollarını tartışıyorlar ve bu konuda oldukça fazla fikre sahipler. 21. yüzyılın zorunluluğu, işletmelerin topluma daha iyi fayda sağlayacak şekillerde değer yaratmadaki rolünü tanıyan yeni bir ekonomi inşa etmek. Yeni neslin, geleceklerine benim gibi iyimser bakabilmeleri için onlara sebepler yaratmalıyız. Bunu onlara borçluyuz.
Darren Walker, Ford Vakfı tarafından yayımlanan “From Generosity to Justice: A New Gospel of Wealth” kitabının yazarıdır.