in , ,

Marc Randolph: Başlamak önemli mutlaka deneyin

Bugün Netflix deyince akla gelen ilk isim şirketin halen CEO’luk koltuğunda oturan Reed Hastings. Oysa Hastings, 1977’de Netflix’i kurduğunda yalnız değildi. Yanında kurucu ortağı Marc Randolph vardı.

2003’te şirketten ayrılana dek ilk CEO olarak 6 yıl boyunca görevde kaldı. Şirketin başarısında büyük katkısı oldu. Randolph, Netflix’ten ayrılışının 16’ncı yılında “That Will Never Work” (Asla işe yaramayacak) adını taşıyan bir kitapla ilk kez hikayesini kaleme aldı. Marc Randolph, kitabında tüm içtenliğiyle Netflix’in bilinmeyenlerini, kendisine başarı getiren kuralları, ayrılık kararını ve sonrasında yaşadıklarını anlatıyor.

Üniversiteden yeni mezun olmuştum, henüz 21 yaşındaydım ve ilk işime başlamak üzereydim. Babam bana el yazısıyla yazılmış bir liste uzattı. Liste yarım sayfadan bile daha az bir yazıdan oluşuyordu ve 8 maddelik bir öneri dizisi içeriyordu. Aradan geçen onca yıla rağmen, 21 yaşında babamın bana hayatta yol gösterici olarak verdiği bu liste hâlâ bende. Onu çerçeveledim, banyomda aynanın hemen yanına astım. Her sabah dişlerimi fırçalarken yeniden okuyorum. Çocuklarıma da birer kopyasını verdim. Yaşamım boyunca da bu sekiz kurala uygun olarak yasamaya çalıştım. “Randolph’un Başarı Kuralları” için geniş kapsamlı, geniş görüşlü diyebilirim. Bir şekilde hem son derece genel olmayı başarırken -örneğin açık fikirli olmanın yanında şüpheci olmak gibi- aynı zamanda çok hassas olmayı başarıyor… Tüm bu kurallar tam anlamıyla açık yürekli, çalışkan bir rasyonalizmin reçetesi gibi. Aynı zamanda babamın kendi hayatında da ortaya koyduğu idealleri yansıtan bir reçete bu: Meraklı, düzgün ve kendini adamış bir insan hayatının… Bu kurallar bana okulda, okul sonrası hayatımda ve kariyerimde oldukça yardımcı oldu. Örneğin Netflix kültürünün önemli bir parçası olan “radikal dürüstlük”te de dördüncü kural olan “yapıcı ve ciddi eleştirilere açık ol” kuralını görebiliyorum. Ayrıca birinci sırada yer alan “senden istenenden en az yüzde 10 daha fazlasını yap” kuralını da Netflix ofislerinde gece geç saatlerde kahve ve pizzalarla desteklenen geç çalışma saatlerinde görebilirsiniz.

ÇEKİRDEK YATIRIM ANNEMDEN
Babam, oğlunun profesyonel iş hayatındaki yönünü çok fazla görme şansına sahip olamadı. Ailem East Coast’ta yaşıyordu ve mesafeler nedeniyle işte nasıl biri olduğum konusunda çok fikirleri yoktu. Öte yandan Netflix’in ilk çekirdek yatırımını annemden aldığımı söyleyebilirim. O dönem işime dair her şeyi onlara anlatırdım. 1999 yılında New York’a bir grup DVD yöneticisine sunum yapmak için geldiğimde ailemi de sunumu yapacağım yere davet ettim. Sunum yapacağım akşam çok gergin olduğumu hatırlıyorum. Etkinlik bitip herkes salonu boşalttıktan sonra babam ve ben salonda bir süre oturduk. Önümüzde boş bir sahne vardı. Babam kolunu omzuma koydu, beni tebrik etti ve benimle ne kadar gurur duyduğunu söyledi. Ardından doktorunun, kafatası filminde bir şeyler saptadığından söz etti. Ertesi gün hastanede beynine biyopsi yapılacaktı. O an birden nefes alamadığımı hissettim. Her zaman yaptığım gibi gerginliğimi bir espri yaparak gizlemeye çalıştım. Aynı espri anlayışına sahip oldugumuz için babamı güldürmeyi başarmıştım.

BAKIŞ AÇIMI DEĞİŞTİREN BÜYÜK KAYIP
2000 yılı Mart ayında babama beyin kanseri teşhisi konuldu. Benim için oldukça acı verici dönemlerdi. Bir yandan babamın hastalığı ile mücadele ederken bir yandan da iş hayatımdaki en önemli adımları atıyordum. 2000 yılının başında daha sonra Marquee olarak adlandırılacak uygulamanın çeşitli aşamalarını test ediyorduk. Aynı dönemde yine Cinematch’in son dokunuşlarını yapıyorduk. Babam tedavi görürken ayda en az bir kez New York’a gidip geliyordum. Hiçbir zaman bulunduğu durumdan şikayet etmedi. Hastalığının tüm aşamalarında iletişimde bulunduğu doktordan hemşireye, asistandan hasta bakıcıya kadar tüm sağlık çalışanlarına karşı kibar ve düşünceli davrandı. Tüm randevularına tam zamanında gitmeyi ihmal etmedi. Babamı kaybettiğimde bir hafta izin alarak annemle birlikte New York’ta yas tuttum. Ardından tekrar Kaliforniya’ya geri döndüm. Fakat bu büyük kayıpla birlikte hayatım da değişti. Babamın ölümü olaylara bakış açımı değiştirdi; hayatta gerçek anlamda neyin önemli olduğunu yeniden değerlendirmemi sağladı. Bu değerlendirme bir baba, bir eş, bir girişimci ve dahası bir insan olarak beni ben yaptı diyebilirim.

MEDYA ORTAMI DEĞİŞİRKEN…
Manhattan’ın aşağı yakasında o tıka basa dolu salonda hissettiğim o gururun neden kaynaklandığını daha sonra fark ettim. O gururun nedeni, salonun tıka basa dolu olması ya da o akşam ailemin ne kadar başarılı olduğumu görmesi değildi. Bu unsurlar duyduğum gururda kısmen etkiliydi ama gurur duymamın en büyük nedeni o gece verdiğim mesajdı: O mesajda medya ortamının nasıl değiştiğini ve bu değişimi gerçekleştiren şirketlerden neler öğrenilebileceğini anlatmıştım. Babam internet balonu patlamadan sadece birkaç gün önce vefat etti. Bir değer yatırımcısı olarak yaşananları bir çılgınlık ve aldatmaca olarak görmüştü. Eğer internetin çöküşüne tanıklık etmiş olsaydı haklı olmanın tatlı gururunu yaşayacağından eminim. Bu nedenle yaşanan o süreci görmesini, aynı zamanda bizim de o süreçte nasıl ayakta kaldığımıza tanıklık etmesini dilerdim. Şirketi halka açtığımızı da görmedi. Oğlumu özel uçakla New York’a götürme hikayemi de dinleyemedi.

BÜYÜME NASIL HIZLANDI?
Netflix’teki 7’nci yılımın basında şirket dramatik bir değişim yaşadı. Aynı zamanda benim de rolüm değişti. Hala web sitesini yönetiyor, yeni üye kazanımı, fiyatlandırma stratejisi, üyelerin film seçimlerini nasıl yaptıkları gibi konularla ilgileniyordum ancak zaman işinde şirkette birçok sorumluluğu daha yetkin yöneticilere delege etmeyi de başarmıştım. Bir milyon üye sınırını aşalı uzun zaman olmuştu. Ülkenin büyük bir kısmına ertesi gün teslimat yapmanın yolunu bulduğumuzda büyümemiz hızlanmıştı. Halka açıldık. Halka arzdan elde edilen para ve büyümenin getirdiği itibarla birlikte en iyilerin çalışmak istediği bir cazibe merkezi haline geldi. Kendi alanının yıldızları bizimle çalışmaya başladı. Film kiralama sektörünün devi Blockbuster ile olan savaşımız daha da derinleşti. O zamanlar Reed, şirket için bir kuruluş hikayesi ortaya koydu. Hikaye şöyleydi: Reed, evinde Apollo 13 filminin DVD’sini bulmuş ve Blockbuster’dan kiraladığı bu filmi geri götürdüğünde 40 dolar gecikme cezası ödemek durumunda kalmıştı. Yaşadığı bu deneyim sonrasında da Netflix’i kurma fikri oluşmuştu.

HER GİRİŞİMCİ HİKAYE İSTER
Bu kitapla birlikte, Netflix’in arkasındaki hikayenin bundan daha derin olduğunu anladığınızı umuyorum. Reed’in sürekli anlatılan bu başlangıç hikayesi markalaşma konusunda başarılı bir hikaye ve bunun için onu kıskanmıyorum. Peki anlattıkları yalan mı? Hayır, sadece bir hikaye. Üstelik fantastik bir hikaye. Gerçek şu ki, herhangi bir yeniliğin ortaya çıkışı her zaman hem karmaşıktır hem birden çok kişiyle ilintilidir. Yeniliği ortaya koyanlar her zaman zorluk yaşar, mücadele eder, bir şeyleri zorlar ve tartışır. Bizim durumumuzda da olan buydu. Her birimiz farklı geçmişlerimiz ve aldığımız ilhamla ortaya koyduğumuz yeniliğe katkıda bulunduk. E-posta ile sipariş, algoritmalara duyulan tutku, müşteriler için en iyiyi ortaya koyma isteği, ürünleri kişiselleştirme hedefi tüm bu yenilikleri hayata geçirdi… Belki bir film için ödenen gecikme parası da bu yeniliği ortaya çıkaran kıvılcımlardan biri olabilir… Yani yeni, farklı ve muhteşem bir şeyleri ortaya çıkarmak günler, haftalar ve hatta yıllar aldı. Netflix böyle Netflix oldu. Fakat hikaye karmaşık. Bu hikayeyi başına, bir yatırımcıya ya da bir iş ortağınıza anlattığınızda çok da ilgilenmezler. Çünkü herkes daha düz ve net bir hikaye ister. Reed de bu durumu neredeyse anında fark etti ve bu hikayeyi ortaya koydu. Mükemmel, basit, net ve akılda kalır bir hikaye. O hikaye Netflix’in ne vaat ettiğini ortaya koyarken bizim için de önemli bir problemi çözüyor.

NETFLIX BÜYÜDÜ, DEĞİŞİKLİK ZAMANI
2003 yılında Netflix, artık kendi hikayesini yazabilecek kadar uzun bir süre piyasada varlık göstermişti. Şirket oldukça büyümüştü. Fakat öte yandan ben de büyüdüğümü hissediyordum. Hala şirketi seviyordum. Fakat her başarılı yıl, çeyrek finansallar açıklandıkça şirketi sevmeme rağmen artık orada çalışmayı daha fazla sevmediğimi fark ettim. Neden hoşlandığımı, hangi konuda iyi olduğumu biliyordum ve bu Netflix gibi büyük bir şirket değildi…

Daha çok kendi yolunu bulmak için çabalayan küçük şirketlerde çalışmak benim için gerçek bir tutkuydu. Her startup yüzlerce yanlışı aynı anda yapabilir. Ben o yanlışlar içinden en kritik iki üç tanesinin ne olduğunu gösterebilirim. Bu kritik sorunlar çözüldüğünde geri kalan her şey yoluna girebilir. İşte ben neredeyse takıntılı bir şekilde bu unsurlara odaklanma yeteneğine sahibim, o sorunları çözene kadar da durmam. Aynı zamanda insanları harekete geçirecek, onlara ilham verecek bir yeteneğim var. Tüm bunlar bir startup’ı yönetirken kritik yetenekler, öte yandan yüzlerce çalışanı ve milyonlarca abonesi olan bir şirketi yönetirken o kadar da önemli değiller.

DEĞİŞİMİN ZAMANI GELMİŞTİ…
Zaman gelmişti. Bunu halka arzdan sonra fark etmiştim. 2003 yılında Mitch Lowe’a bir Netflix kiosku geliştirmeyi teklif ettim. Biz uzun süre Blockbuster’ın kullanıcılarına hızlı hizmet sunma yeteneğini anlamaya çalıştık. Her ne kadar Netflix, müşterileri online olarak sipariş verme şansına sahip olsa da yine de bizim için Blockbuster’ın yöntemi çözülmesi gereken bir yöntemdi çünkü Blockbuster müşterileri bir mail beklemek yerine arabaya atlayıp binlerce Blockbuster mağazasına gidip istediklerini alabilirdi. Bu bizim zayıf noktamızdı. Blockbuster’ın karma bir iş modeline geçip perakendeyi online ile birleştirme ihtimalinden de ölesiye korkuyorduk. Bunun müşteri için çok cazip olacağının farkındaydık. Mitch Lowe da bu konuda bir kioskun çözüm olabileceğinin ateşli bir savunucusuydu. Böylelikle Netflix üyeleri bu küçük kioskları kullanarak DVD’lerini offline’da kiralayabilecek ve iade edebileceklerdi. Reed de bu fikrin test edilmesine karşı çıkmıyordu. Reed’e “Mitch ve ben Las Vegas’ta ilk denemeleri yapmak için muhteşem bir yer bulduk. Sanırım ben de onunla birlikte orada olmalıyım. Ortaya sıra dışı bir şey çıkabilir”dedim. Reed “Tamam” dedi ve ekledi: “Senin ekibini Neil’e devredebiliriz. Proje yöneticileri ve ekibindeki mühendisleri tek bir kişinin altında birleştirmek belki herkesin daha iyi çalışmasını sağlar.” “Peki ya bu işe yaramazsa… Altı ay boyunca benim tüm yükümü Neil’in çekmesi haksızlık olur” dedim. Reed yutkundu ve “O zaman sanırım her ihtimale karşı isten çıkarmaları düşünmemiz gerekecek” dedi. Tuhaf bir sessizlik oldu ve sonra kendimi tutamayıp gülmeye başladım. Reed de gülümsedi. “Yani bunu konuşmuştuk” dedim, “Her ikimiz de bunun er ya da geç geleceğini biliyorduk” diye ekledim. Su bir gerçekti: Reed ve ben sıklıkla benim nasıl hissettiğim konusunu konuşuyorduk. O benim yeteneklerimin Netflix’in gelecek yıllarında ihtiyaç duyulan yetenekler olmadığının farkına varacak kadar zeki biriydi. Aynı zamanda bunu benden saklamayacak kadar da fazlasıyla dürüsttü.

ŞİRKETTE SON PROJEM
Şimdi rahatlamışa benziyordu. Bu düzenlemeyle birlikte benimle kendisini rahatsız edecek bir diyaloga girmesine gerek kalmamıştı. Çünkü, bu onun aldığı bir karar değildi. Son bir proje üzerinde çalışacaktım, eğer o proje başarısız olursa, ayrılacaktım. Bu şartı kendi kendime koymuştum. Netflix benim gidişimi bir parti ile kutladı. Bunun için de tarihi Los Gatos Tiyatrosu’nu kiraladı. Kurucu ortak olarak benim için yapılan parti bir nevi kırmızı halı töreni gibi oldu. Esim Lorraine ve çocuklarımla tiyatronun içine doğru yürürken şirketin geldiği büyüklüğü görmek beni bir kez daha şaşırtmıştı. Çünkü, kalabalık tiyatrodan caddeye kadar taşmış durumdaydı, birçok kişiyi tanıyordum ama tanımadığım da çok sayıda kişi vardı. Lorraine gördükleri karşısında şaşkındı. “Şirketin büyük olduğunu biliyordum, ama yine de bir yanım sabah sen evden çıktığında sadece birkaç kişiyle bir araya geldiğini düşünüyordu” dedi. O an güldüm, ama haklıydı, her şey çok değişmişti. Başlangıçtaki 8 kişilik takımımız simdi 100 kişiyi bulmuştu. Halka açılmakla birlikte şirketin değeri 80 milyon dolara çıkmıştı. Annemin şirketin ilk sermayesi olarak yatırdığı 25 bin dolar da 100 katı değer kazanmış, o parayla bir apartman dairesi almıştı.

NE KADAR ÇOK ŞEY ÖĞRENDİK
O kutlamada ilk günleri özlediğimin farkına vardım: Gecelemeleri, sabah erkenden kalkmaları… Kart oynadığımız masayı… Elimi taşın altına koymayı, her gün iş tanımıma dahil olmayan problemleri çözmeyi… Bu duyguyu bir şekilde Mitch ile Las Vegas’ta kaldığımız dönemde de hissetmiştim. 3 ay boyunca orada birlikte yaşadık. Smith’s süpermarketlerinde prototip bir kiosk kurduk, bu kiosklarda Netflix üyeleri için anlık kiralama tekliflerinde bulunuyorduk. Netflix’te biz tüketicilerin kullanımına sunmak için bir elektronik ara yüz oluşturmamıştık. Onun yerine süpermarketlerin içinde mini mağazalar oluşturarak Netflix üyelerinin istedikleri DVD’leri alıp yeniden geri vermesini sağlayacakları bir sistem kurduk. Mitch, bir Netflix Express tabelası oluşturup onu küçük mağazamızın tavanına astı. Bir bilgisayar kioskunun çalışıp çalışmadığını test etmiyorduk. Orada denediğimiz müşterilerin bu kioskları kullanıp kullanmayacaklarıydı; bu kiosklardan bir film alacaklar mıydı, kiraladıkları filmleri geri getirecekler miydi, bu soruların yanıtını arıyorduk. O yaz süpermarketlerde oldukça zaman geçirdik. Böyle bir mekanda film kiralayıp bunu geri getirebilmenin nasıl hissettirdiğini gelen müşterilere soruyor, eğer Netflix müşterisi değillerse onları üye olmaya ikna etmeye çalışıyorduk. Yine de istemezlerse bu kez nedenlerini öğrenip not alıyorduk. Bu süreçte çok şey öğrendik. En önemlisi kiosk fikrinin kazandığını gördük çünkü insanlar bu uygulamayı çok sevdi.

PROJEDEN ALDIĞIMIZ DERSLER
Mitch de elde ettiğimiz verileri Reed’e açıklama konusunda oldukça heyecanlıydı. O da kiosk uygulamasının, bir günde teslimin çok hızlı bulunmadığı zamanlarda hızlı bir ara çözüm olduğunu düşünüyor ve bunun uygulamada da başarılı olduğunu biliyordu. Fakat Kaliforniya’ya dönüp uygulamanın detaylarını Reed’e anlattığımızda, bizimle aynı duyguları paylaşmadı. “Hayata geçiremeyiz, çok pahalı” dedi. “Bir kez kiosk işine girdiğinizde, ülkenin dört bir yanında çok sayıda çalışan istihdam etmek gerekiyor. İyi bir fikir olabilir ama bizim yapmamız gereken ana işimize odaklanmak olmalı” diye açıklama yaptı. Ben de “Kanada Prensipleri” dedim. Reed başını salladı. Kanada Prensibi bizim ana işimizden ayrılmamızı ifade eden, bizim koyduğumuz bir prensipti ve işin başından beri ona sadık kalacağımız konusunda anlaşmıştık. Bu işimiz için muhteşem bir ilkeydi ancak aynı zamanda beni de işin dışına iten prensip oldu. Kiokslar işe yaramamıştı ve ben de kıdem tazminatımı almak için hazırlıklara başladım. Mitch’e gelince bizim orada yaşadığımız 3 ay onun için iyi bir deneyim oldu.

YAPILAN İŞLERDE İZLERİM VAR
Netflix, ben şirketi bıraktıktan sonra birçok şey yaptı. Dünyanın neredeyse her ülkesinde 150 milyonu askın üyesi var. Kendi şovları ve filmleri için milyarlarca dolarlık yatırım yapıyor. Borsanın gerçek değeri yansıtmada bir öncü olmadığını biliyorum fakat yine de yazmadan geçemeyeceğim: E-mail ile DVD kiralayan o küçük şirketin değeri bugün 150 milyar dolar. Peki rakibi Blockbuster nerede? Öylesine küçüldüler ki Oregon’da tek bir dükkanla faaliyetlerini sürdürüyorlar. Benden sonra Netflix’in gösterdiği başarıyı kendime mal edemem. Fakat yine de yapılan işlerde kendi izlerimi görüyorum. Netflix kültürü, Reed ve benim birbirimize ve başkalarına davranışlarımızdan doğdu: “Radikal dürüstlük, özgürlük ve sorumluluk.” Bu değerler ilk günden itibaren şirketin değerleri oldu. Reed isin ölçeklenmesini sağladı. Ben de her bir müşteriye odaklanmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimizden emin oldum. 150 müşteri varken tek 1 müşteri ne kadar önemliyse 150 milyon müşteri olduğunda da yine her bir müşteri Netflix için o kadar önemli olmaya devam etti.

NE KADAR ÇOK ŞEY ÖGRENDİK
O kutlamada ilk günleri özlediğimin farkına vardım: Gecelemeleri, sabah erkenden kalkmaları… Kart oynadığımız masayı… Elimi tasın altına koymayı, her gün is tanımıma dahil olmayan problemleri çözmeyi… Bu duyguyu bir şekilde Mitch ile Las Vegas’ta kaldığımız dönemde de hissetmiştim.

3 ay boyunca orada birlikte yasadık. Smith’s süpermarketlerinde prototip bir kiosk kurduk, bu kiosklarda Netflix üyeleri için anlık kiralama tekliflerinde bulunuyorduk. Netflix’te biz tüketicilerin kullanımına sunmak için bir elektronik ara yüz oluşturmamıştık. Onun yerine süpermarketlerin içinde mini mağazalar oluşturarak Netflix üyelerinin istedikleri DVD’leri alıp yeniden geri vermesini sağlayacakları bir sistem kurduk. Mitch, bir Netflix Express tabelası oluşturup onu küçük mağazamızın tavanına astı. Bir bilgisayar kioskunun çalışıp çalışmadığını test etmiyorduk. Orada denediğimiz müşterilerin bu kioskları kullanıp kullanmayacaklarıydı; bu kiosklardan bir film alacaklar mıydı, kiraladıkları filmleri geri getirecekler miydi, bu soruların yanıtını arıyorduk. O yaz süpermarketlerde oldukça zaman geçirdik. Böyle bir mekanda film kiralayıp bunu geri getirebilmenin nasıl hissettirdiğini gelen müşterilere soruyor, eğer Netflix müşterisi değillerse onları üye olmaya ikna etmeye çalışıyorduk. Yine de istemezlerse bu kez nedenlerini öğrenip not alıyorduk.

Bu süreçte çok şey öğrendik. En önemlisi kiosk fikrinin kazandığını gördük çünkü insanlar bu uygulamayı çok sevdi.

PROJEDEN ALDIĞIMIZ DERSLER
Mitch de elde ettiğimiz verileri Reed’e açıklama konusunda oldukça heyecanlıydı. O da kiosk uygulamasının, bir günde teslimin çok hızlı bulunmadığı zamanlarda hızlı bir ara çözüm olduğunu düşünüyor ve bunun uygulamada da başarılı olduğunu biliyordu. Fakat Kaliforniya’ya dönüp uygulamanın detaylarını Reed’e anlattığımızda, bizimle aynı duyguları paylaşmadı. “Hayata geçiremeyiz, çok pahalı” dedi. “Bir kez kiosk isine girdiğinizde, ülkenin dört bir yanında çok sayıda çalışan istihdam etmek gerekiyor. İyi bir fikir olabilir ama bizim yapmamız gereken ana isimize odaklanmak olmalı” diye açıklama yaptı. Ben de “Kanada Prensipleri” dedim. Reed basını salladı. Kanada Prensibi bizim ana isimizden ayrılmamızı ifade eden, bizim koyduğumuz bir prensipti ve isin basından beri ona sadık kalacağımız konusunda anlaşmıştık. Bu isimiz için muhteşem bir ilkeydi ancak aynı zamanda beni de isin dışına iten prensip oldu. Kiokslar ise yaramamıştı ve ben de kıdem tazminatımı almak için hazırlıklara başladım. Mitch’e gelince bizim orada yaşadığımız 3 ay onun için iyi bir deneyim oldu.

YAPILAN İŞLERDE İZLERİM VAR
Netflix, ben şirketi bıraktıktan sonra birçok şey yaptı. Dünyanın neredeyse her ülkesinde 150 milyonu askın üyesi var. Kendi şovları ve filmleri için milyarlarca dolarlık yatırım yapıyor. Borsanın gerçek değeri yansıtmada bir ölçü olmadığın biliyorum fakat yine de yazmadan geçemeyeceğim: E-mail ile DVD kiralayan o küçük şirketin değeri bugün 150 milyar dolar. Peki rakibi Blockbuster nerede? Öylesine küçüldüler ki Oregon’da tek bir dükkanla faaliyetlerini sürdürüyorlar. Benden sonra Netflix’in gösterdiği başarıyı kendime mal edemem. Fakat yine de yapılan islerde kendi izlerimi görüyorum. Netflix kültürü, Reed ve benim birbirimize ve başkalarına davranışlarımızdan doğdu: “Radikal dürüstlük, özgürlük ve sorumluluk.” Bu değerler ilk günden itibaren şirketin değerleri oldu. Reed isin ölçeklenmesini sağladı. Ben de her bir müşteriye odaklanmaktan hiçbir zaman vazgeçmeyeceğimizden emin oldum. 150 müşteri varken tek 1 müşteri ne kadar önemliyse 150 milyon müşteri olduğunda da yine her bir müşteri Netflix için o kadar önemli olmaya devam etti.

Marc Randolph
Marc Randolph
Netflix eski CEO’su

RANDOLPH’UN GİRİŞİM DÜNYASI
YENİ FİKİR BULMA
Bir sabah dünyayı değiştirecek müthiş bir fikirle uyanırsınız. Fikrinizi esinize açıklamak için sabırsızlanırsınız. Bazen bu değer verdiğiniz bir hocanız ya da patronunuz da olabilir. Aldığınız yanıt ise “Asla ise yaramaz” olur. Ama su ana kadar benim bu sözcüğe nasıl yanıt vereceğimi tahmin edersiniz: “Kimse hiçbir şeyi bilmiyor”.

BAŞLAMAK ÖNEMLİ
Hayallerini gerçekleştirmek isteyenler için en güçlü adım aslında çok basit: Sadece başlamak. Fikrinizin iyi olup olmadığını anlamanın tek yolu da onu hayata geçirmek.

ADIM ATIN
Hayatta bir saat bir şey yapmak, emin olun size hayat boyu düşünmekten daha fazla şey öğretir. Öyleyse adım atın.

MUTLAKA DENEYİN
Bir şeyler inşa edin, bir şeyler yapın, bir şeyleri deneyin ve bir şeyleri satın. Eğer fikriniz iyiyse kendinizden bir şeyler öğrenmiş olun. Fikriniz ise yaramazsa ne olur? Eğer denemeleriniz boşa çıkarsa ne olur? Ya da onlarca denemeden ya da yüzlerce girişimden sonra hâlâ rüyalarımızı gerçekleştirmenin çok uzağında olursanız…

SORUNU SEVİN
Bence çözümden ziyade problemi sevmeyi öğrenmelisiniz.

Duş alan herkesin fikri var Nolan Bushnell, Atari’nin kurucu ortağının bana söylediği bir şey hep aklımda: “Duş alan herkesin bir fikri vardır. “Fakat duştan çıktıktan sonra fikriyle ilgili harekete geçenler fark yaratır.”

Randolph’un başarı kuralları
1. Senden istenenden en az yüzde 10 daha fazlasını yap.

2. Asla kimseye bilmediğin konular hakkında görüşlerini sunma. Bu konuda hep büyük özen ve disiplin içinde ol.

3. Her zaman ast ve üstlerine karşı saygılı ve nazik ol.

4. Şikayetçi olma, yapıcı ve ciddi eleştirilere açık ol.

5. Alman gereken kararları almaktan çekinme.

6. Olabilecek her şeyi hesaplayarak hareket et.

7. Açık fikirli ol ama şüpheci olmayı da elden bırakma.

8. Dakik ol!

HEDEFLERİNE ULAŞ, HAYALLERİNİ GERÇEKLEŞTİR

Netflix’te başardıklarımdan gurur duyuyorum.
Benim beklentilerimin çok üzerinde bir başarıydı. Fakat aynı zamanda başarının bir şirketin gerçekleştirdiklerinin de ötesinde olduğunu fark ettim.

Ben farklı bir başarı, tanımı yaptım. Başarı, kişinin gerçekleştirdikleridir. Nasıl mı?
İstediğiniz, iyi olduğunuzu düşündüğünüz ve sizin için önemli olduğunu düşündüğünüz alanlarda elde ettiğiniz başarılar, gerçek başarıdır. Bu tanıma göre ben iyi olduğumu düşünüyorum.

Fakat beni en çok neyin gururlandırdığını biliyor musunuz?
Hayatta başarı olarak gördüğüm her şeyi yaparken en iyi arkadaşım olan eşimle evliliğimi sürdürmek, çocuklarımın büyümesine tanıklık etmek, beni tanımalarını ve benden hoşlanmalarını sağlamak. İşte bana en büyük gururu bu veriyor.

Ayrıldıktan hemen sonra eşim ve çocuklarımla sahilde tam 2 hafta hiçbir şey yapmadan sadece birbirimizin varlığından keyif alarak zaman geçirdik.
Bu da yine “Randolph’un Kuralları’na” çıkıyor: Hedeflerine ulaş, hayallerini gerçekleştir ve ailenin sevgisiyle sarmalan. Parayı ve hisseleri unut. İşte başarı bu…

Yazar: Fast Company Türkiye

©Fast Company Dergisi, Türkiye’de Fast Dergi Yayıncılık A.Ş. tarafından Türkiye Cumhuriyeti yasalarına uygun şekilde yayınlanmaktadır. Fast Company’nin isim hakkı ABD’de Mansueto Ventures’a, Türkiye’de Fast Dergi Yayıncılık A.Ş.’ye aittir. Dergide yayınlanan yazı, tablo, fotoğraf ve görsellerin her hakkı saklıdır. İzinsiz, kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Sani Şener’in 30 dakika kuralı

Anlamın yükselişi