in , ,

Kaygılı ve yalnız!

Dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çalışanların ‘ruh sağlığı’ konusu giderek daha fazla öne çıkıyor. Rekabet baskısı, yönetici ilişkileri, yalnızlık sendromu ve ekonomik sıkıntılar, sorunu daha da artıyor. Prof. Dr. Sibel Çakır, araştırmaların da desteklediği bu konuyu, danışanlarından da edindiği deneyimle değerlendiriyor.

Kaygılı-ve-yalnız!

PROF.DR.SİBEL ÇAKIR

YAZI: İPEK KOŞAN

Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı düzenli araştırmalar çalışanlar dünyasındaki kritik bir konuyu gözler önüne sermeye yetiyor. Kuruluşun 2019 yılında yaptığı araştırmada, ‘ruhsal sağlık sorunu’ olanların oranı yüzde 15 olarak ölçülmüştü. Son araştırmaların bazılarında yüzde 20 ve üstündeki oranlara ulaşıldığı görülüyor.

Yine Dünya Sağlık Örgütü’nün son araştırmasında ‘depresyon’ ve ‘anksiyete’ kaynaklı sağlık sorunlarının 12 milyar iş gününe mal olduğuna yer verildi. Bunun mali karşılığı ise yıllık 1 trilyon doları buluyor.

ABD ve İngiltere’de yapılan Headspace’in araştırmasında, çalışanların yüzde 47’si, CEO’ların yüzde 66’sı yaşadıkları stresin şirketten kaynaklandığını paylaşıyorlar.
Bu nedenle de şirketler giderek sağlığın yanında, ruh sağlığını, stres yönetimini ve iyi olma halini daha çok gündemlerine alıyorlar.

İş dünyasından gelen danışanlarıyla bu sıkıntıları yakından gözlemleyen Prof. Dr. Sibel Çakır, sorularımızı yanıtlarken, şirket dünyasındaki gelişmeleri paylaştı. Bahçeşehir Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı olan Prof. Dr. Sibel Çakır’ın gözlemleri şöyle:

EN BÜYÜK SORUN!

Pandemiyle birlikte yaşam biçimlerinden, işsizlik oranlarına kadar dünyada pek çok şey değişti. İzolasyon hâlâ kısmen de olsa devam ediyor. Çok sayıda şirket, hibrit ya da evden çalışma yöntemi kullanıyor. Bu nedenle çalışanların yeterince “sosyalleşmediğini”, ruhsal sorunların gittikçe arttığını gözlemliyoruz.

Ipsos Araştırma Şirketi, 31 ülkede bir araştırma yaptı ve kişilere, “Sizce en büyük sağlık sorununuz nedir?” sorusunu yöneltti. Ruhsal rahatsızlıklar, kanser ve obezite gibi hastalıkları sollayarak her yerde 1’inci sırada yer aldı.

Yoğun, stresli ve insani ihtiyaçları görmezden gelen iş ortamlarının çok daha büyük sıkıntılar doğurduğunu söyleyebiliriz. Bunun içinde iş yükünün ağırlığı, ekonomik sorunlar ve iş odaklı ortamlarda kişilerin daha izole şekilde çalışması var. Eğer bir çalışan grubu düşük bütçeyle ve yoğun bir tempoyla çalışıyorsa, o meslek grubundaki kişilerin yaşadığı ruhsal sıkıntılar daha da çoğalıyor. İnsanın ruhsal ve duygusal dünyasına dokunmayan, onu adeta makineleştiren meslekler ya da davranış olarak öyle hissettiren alanlarda bu sorunları daha da belirgin olarak görüyoruz.

DİKKAT ÇEKEN SORUNLAR!

Son zamanlarda, endişe, depresyon, alkol ve madde bağımlılıklarında dikkat çeken artış var. Normalde gergin ve sıkıntılı bir günün sonunda insanın kendini sakinleştirebilmesi lazım. Maalesef büyük şehirlerde, doğa aktiviteleri, hobiler ve sosyalleşme gibi keyif alırken yorgunluk azaltan etkinlikleri yapamıyoruz. Gerginlik ve mutsuzluğu en kısa yoldan atmak isteyenlerin bir bölümü çözümü “alkol ve maddede” buluyor.

Bu maddelerin sanki doğalmış gibi pazarlanması ve kullanım yaşının çok düşmesi ciddi bir sorun. Özellikle erken dönemde başlangıç, beyin yapısında ciddi bozulmalara neden oluyor. Dikkat, hafıza ve unutkanlık problemleri, genetik yatkınlığı olan kişilerde psikoz ile paranoyaya dönüşme oranını artırabiliyor.

Son dönemde 45-50 yaş grubu ile eğitim düzeyi yüksek kadınlarda alkol kullanımında artış var. İnsanın kendine iş dışında bir alan yaratması ve bütçe ayırması gerekiyor. Yorgun ve çekingen ise, daha önce denemediği bir etkinliği yapma cesaretini bulamıyor.

Genç kuşakta bu sorunun daha fazla göründüğünü söylemek mümkün. Orta ve orta üzerindeki yaş grubu kısmen bununla baş edebiliyor. Ama Z kuşağında, başka bir yaşam biçiminin, toplumsal izolasyonun çok arttığı, mekanikleşmiş bir sistem var. Zaten zamanlarının önemli bölümünü ekran başında geçiriyorlar.

İLETİŞİMSİZLİĞİN YÜKSELİŞİ!

Seanslarda en çok “iletişim” sorunuyla karşılaşıyorum. Çünkü, çocukluğumuzda, ailemiz ve yakınlarımızla kurduğumuz ilişki şablonlarını, sonraki ilişkilerimizde de kullanıyoruz. Ailede otorite bir babaya sahipse ya da geçmişinde çok eleştiri almışsa, iş ortamında da her otorite figürünün kendisini sürekli eleştireceğini düşünebiliyor. Bu nedenle yapacağı hataların onun için iyi olmayacağı ön kabulüyle hareket ediyor. Bazı durumlarda şirkette fikirlerini rahat açıklayamıyor ya da nasıl ifade edeceğini bilemeyebiliyor. Bu da doğal olarak iş hayatına olumsuz yansıyor.

Benim seanslarımda gördüğüm kadarıyla yöneticiler de gençlerin ihtiyaçlarıyla ilgili sadece kendi tahminleri üzerinden ilerleyip, bu konunun üzerinde fazla durmuyorlar. Çalışanlarından daha çok iş üretmelerini bekliyor, ancak, işin arka planında, psikolojik ve duygusal bir yapı olduğunu unutuyorlar.

Böyle ortamlarda çalışanlar her an “açık verebileceğim” tedirginliği ile çalışıyor, sık sık eleştirildiği için de değer görmediğini düşünüyor. Bu da beraberinde onun “yaratıcılığının”, özgürlüğünün göz ardı edilmesini beraberinde getiriyor. Otomatik bir aygıta dönüşen çalışanlarda bir süre sonra “tükenmişlik” ve “anlamsızlık” sorunları ortaya çıkabiliyor.

YALNIZLIK DUYGUSU ARTIYOR

İş ortamlarının izole olması ve bir bölüm insanın hâlâ evden çalışması, yalnızlık duygusunu çoğaltıyor. Seanslarda, “haftada bir” işe gidenlere, daha fazlasını isteyip istemediğini soruyorum.

Gördüğüm kadarıyla şirketlerde ‘yalnızlık’ sorunu yeterince fark edilmiyor. Değişik günlerde şirkete giden çalışanların önemli bir bölümü birbirlerini neredeyse hiç görmüyorlar. Oysa, tam da gelişmeye açık oldukları ve yeni şeyler öğrenmeleri gerektiğini düşündükleri zamandalar. Bu nedenle şirket yöneticilerinin, bu sorunu görüp, hevesli bireylerin gelişmesine katkıda bulunmaları gerekiyor. Bunu çok önemseyen ve hiç gelişmediği için iş değiştirmek isteyen kişiler görüyorum.

DERDİYLE DERTLENEN YÖNETİCİ

Gözlemlerimden birini de “yöneticiye derdini anlatmak” oluşturuyor. Danışanlarım, hiyerarşinin hâlâ büyük bir iletişim sorunu yarattığını, çalışanların yeterince dinlenmediğini ve kendilerine objektif davranılmadığını düşünüyorlar. Onlara göre, yöneticiler, çalışanların bir bölümüyle yakın ilişki kurarken, bir kısmını ihmal ediyor ve “sosyal yakınlık” konusunda eşit davranmıyorlar. Oysa, kendilerinin anlaşılmasını, becerilerinin ve yapmak istediklerinin iyi düzeyde görülmesini talep ediyorlar. Bana gelenlerde “şirkette her şey mekanikleşti, kendimi geliştiremiyorum” yakınmalarını çok görüyorum.

Bununla beraber çalışanların bir bölümü kendi duygusunun da çok farkında değil. Tükenmişlik, sıkıntı, gerginlik ve endişe yaşıyor ama bunu nasıl gidereceğini ve nereden başlayacağını da çok bilemiyor. Bunların provalarını yaptığımızda bazen bir yol açılıyor ve sorun çözülebiliyor. Aslında yöneticiler de çalışanlar da birbirlerini çok anlayamıyorlar. Arada ciddi bir iletişim probleminin olduğunu düşünüyorum.

Bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de ‘Tersine mentorluk’ denilen bir şey var. Bu yolla kıdemli yöneticilerin de gençlerden öğreneceği çok şey olduğunu düşünüyorum. Yönetici ve çalışanların birlikte çok vakit geçirmeleri, aradaki ‘psikolojik’ ve ‘fiziksel’ duvarı aşmaları gerekiyor. Birlikte daha fazla zaman geçirmek ve kapanan iletişim kanallarını açmak, pek çok yerde sorunu çözebilir.

ÖFKE NEDEN PATLAR?

Duygularımızı bilmemek, ifade edememek ve zayıf olmaktan korkmak, gözlemlediğim kadarıyla toplumsal bir sorun. Çalışanlar da sorunlarını içeri attığı için zaman zaman öfke patlamalarıyla karşılaşıyor.

Öfke patlamalarının altında ise haksızlığa uğradığını düşünmek, kurban gibi davranmak ve geçmişteki bu tür iletişim sorunlarının aynısını yaşıyor gibi hissetmek yer alıyor.
Hepimiz çocukluğumuzdan itibaren küçük travmalar yaşıyoruz. Bunlardan bize miras kalan kalıplaşmış reaksiyon biçimlerimizi anlamadan, giderek daha büyük bir tepkiyle benzer bir durumda kaldığımızı düşünerek sorun yaşayabiliyoruz. Kendini anlamayan baba veya öğretmen gibi modelleri iş ortamına aktarabiliyor, bu durumda da şirkette yöneticisiyle aynı sorunu yaşayabiliyor.

Kendi duygumuzu ve onu nasıl ifade etmemiz gerektiğini çok bilmiyoruz. Kırılmışlığımızı, zayıflığımızı ve korkumuzu ifade ederken zorlanıyoruz. Oysa çalışan, bunları ifade edebilirse, yönetici de bunu görüp destekleyecek. Yöneticilerin de bunların herkeste olabilecek insani bir duygu olduğunu fark etmesi gerekiyor. Bana göre bunlar çok kolay başa çıkılabilecek sorunlar. Bazen bir sözle, omzunda dost bir el ile sorun çözülebilir. Bu da onun cesaretini artırabilir, bütün travmaları nötralize edebilir.

ENDİŞEYİ ÖNLEMENİN YOLU

Anksiyete, toplumda en çok görülen psikiyatrik sorun. Endişe, iç ve dış tehditler karşısında insanın yoğun ve aşırı korku hissetmesi, bu korkunun sonra bedensel olarak bazı belirtilerle daha yaygın biçimde devam etmesi anlamına geliyor.

Karın ağrısı, mide bulantısı, kalp çarpıntısı, yorgunluk, halsizlik, bitkinlik, baş ağrıları ve vücut ağrıları gibi belirtiler, ‘anksiyetenin’ en yaygın belirtileridir. Bu tehditler, gerçek olabileceği gibi, bazı durumda zihnimizde canlandırdıklarımız da olabilir. Özellikle çocukluğundan itibaren daha disiplinli, mükemmel ve hassas gibi tanımlarla bir ‘çerçeveye’ sokularak büyütülenler ‘anksiyeteye’ yatkın olabiliyorlar.

Sorunu aşmak için anksiyete veren etkenden bir süre uzak kalıp sakinleşmek gerekiyor. Bunun dışında iyi uyumak, alkol ve maddeden uzak durmakta yarar görüyorum. Aşırı kahve tüketmek bile anksiyeteyi artırabiliyor. Gece 11’e kadar çalışanların bir bölümü, uyanık kalmak için günde 6-7 tane kahve içiyor. Bu insani bir durum değil. Vücut böyle bir durumda iflas ediyor. İnsan olduğumuzu unutmamak lazım.

Çok yüksek tempoya herkesin dayanıklılığı farklı. Yüksek temponun geçici olması, yöneticiler tarafından desteklenmesi ve ara ara molalar verilmesi de çok önemli. Çalışanların bunu tek başına aşması mümkün değil, anksiyete belirtilerini şirketler de görmeli. Sorun iş yüküyse, onu azaltmalı, destek sağlamalı.

UMUTSUZLUK SENDROMU

Mental sağlığı belirleyenler arasında ekonomik sorunlar giderek daha fazla öne çıkıyor. Kişinin temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir ekonomik gelirinin olması, bunlarla birlikte keyif verici etkinliklere de bütçe kalması gerekiyor. Oysa, gördüğüm kadarıyla bireyler temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorlanıyorlar. Bu da önemli ölçüde motivasyonlarını bozuyor.
İçinde bulunduğumuz dönemde ‘umutsuzluk’, ruhsal dünyayı bombalayan bir duygu. Yaygın bir biçimde ‘umutsuzluk salgını’ yaşıyoruz.

Sorun sadece ekonomi değil. Toplumsal dayanışma ve iyiliğin olmadığı, topluma aidiyetin azaldığı ve şiddetin arttığı ortamda, gelecekle ilgili derin bir umutsuzluk ortaya çıkıyor. Böyle dönemlerde daha fazla dayanışmaya ihtiyacımız var. İnsanlara en çok iş ortamı dokunabilir. Aidiyet hissini geliştirmesi, umutsuzluk ve diğer sorunlarla mücadelede çok önemli bir adım.

TÜKENMENİN GERÇEK NEDENİ

Tükenmişlik, kendi başına bir hastalık gibi değerlendirilmese de iş ortamının yarattığı tablo daha sonra daha ciddi psikiyatrik problemler için bir zemin hazırlıyor. Tükenmişlik ve yorgunluk karşısında kişinin biraz ara vermesi ve üzerindeki baskıyı dengeleyecek, ona iyi gelecek bir şeyler yapmaya çalışması gerekiyor. Çok ağır depresyonda ilaç tedavileri veriyoruz. O zaman da hastalarım, “Bu ilaç benim hayatımdaki problemleri nasıl çözecek?” diyor. Bu çözüme inanmıyorlar. Biz de şu yanıtı veriyoruz: ‘Bu ilaç ya da terapi sizin stres miktarınızı azaltacak, konsantre olmanıza ve çıkış yollarını bulmanıza yardımcı olacak. Biraz dinlendikten sonra daha sağlıklı düşünmeye başlayıp kendi koşullarınız içinde tekrar yola çıkıp kendinizi bu ortamdan çıkaracak yolu görebileceksiniz.’

Ama zihin karmakarışıkken olaylar daha da bir kartopu gibi oluyor. Bu durumda hiçbir şekilde çıkış yoluna ulaşamıyoruz. İş ortamında depresyon ve tükenmişlik, kişiler iyi anlaşılmadığında, o kişinin tembel gibi damgalanmasına da neden olabiliyor.

İLETİŞİMİ GÜZELLEŞTİRMEK İÇİN…

Duygularımızın farkında olmamız lazım. Kendi duygumuzu fark edip bunun sadece bize ait olmadığı, herkesin yaşayabileceğini bilmeliyiz. Yöneticiler de çalışanlarının bu negatif duygularının insani olabileceğini kabul edip onlara kendilerini ifade edebilecekleri ortamı yaratmalı.

Negatif duygular birikiyor. Gittikçe daha uzaklaşmış, yalnız, kırılgan bir çalışana neden oluyor. Daha fazla iletişim, konuşmak ve oraya ait olduğunu hissetmek gerekiyor. İnsan olarak, sevilmeye ve istenmeye ihtiyaç duyuyoruz. Bunu hissettirmek lazım. Yöneticilerin de benzer duyguları olabilir. Onlar daha fazla kişiden sorumlu olsa da onlar da insan. Kendi insani yönlerini zaman zaman gösterir ve çalışanlarla zaman geçirirlerse ortam da daha sakin ve barışçıl olur. Bazen duyguların anlaşılması bile büyük bir rahatlık sağlıyor. Çok önyargılı davranıyoruz. Birbirimizi zihnimizde canlandırmak yerine iletişim kurarak daha sağlıklı ilerleyebiliriz.

ARAŞTIRMALAR NE DİYOR?

  • 17 DOLAR
    Integrated Benefits Institute’e göre, sağlık sorunuyla işten uzak kalmanın kişi başına yıllık maliyeti 17 doları geçti.
  • %42
    TÜKENME DUYGUSU
    Amerikan Psikyatri Derneği’ne göre, çalışanların %42’si ‘tükenmişlik’ sendromu yaşıyor.
  • 2.5 KAT
    SAĞLIKLI RUH HALİ
    Dünya Ekonomik Forumu’nun araştırmasına göre, çalışanları ‘iyi sağlık’ hizmeti ve ‘esenlik yönetimi’ gibi konularda hizmet alan şirketlerin performansı, diğerlerine göre 2.5 daha fazla oluyor.
  • %55
    Z Kuşağının %55’ine göre en büyük sorun ruh sağlığı
  • %44 İLE 1 SIRA
    MENTAL SAĞLIK ÖNE ÇIKIYOR
    Ipsos’a göre ‘ruh sağlığı’, çalışanların öncelik listesinde yükseliyor. 2018’de çalışanlar, bu konuyu yüzde 27 ile 3’üncü sıraya koyarken, 2024’te yüzde 45 ile ilk sıraya çıkardılar. ‘Stres’ ise yüzde 31 ile 3’üncü sırada yer aldı.

GÜNEY KORE ÖRNEĞİNE DİKKAT

  1. 10-15 yıl önce Güney Kore, birdenbire dijitalleşmenin merkezi haline geldi. Teknik alanda bir sürü kurumsal yapılar oluştu. Bununla birlikte Güney Kore, intihar olayları açısından dünyada 2’nci sıraya oturdu.
  2. Toplumsal yargıların fazla olması ve gençlerin sosyallikten uzaklaşarak, yüksek başarı beklentisiyle bu dijital dünyada yalnızlaşması bunun nedeni olarak gösterildi.
  3. Bu bize, modern dünyanın gençleri için dijital ekranlar karşısında üretilen işin aslında anlamdan uzak, kişileri yalnızlaştıran, duygusal ihtiyaçlarına cevap vermeyen bir olgu olduğunu gösterdi.

HANGİSİ DAHA İYİ?

(ABD Psikyatri Derneği’nin çalışan anketinden)

Ofiste çalışma %40
Hibrit %26
Uzaktan çalışma %24

 

NURSEL ÖLMEZ ATEŞ

“BÜTÜNSEL İYİLİK ÖNEMLİ”

NURSEL ÖLMEZ ATEŞ
Borusan Holding İK Grup Başkanı

  1. SAĞLIK POLİÇESİ İÇİNDE Psikiyatr hizmetleri, çalışanların ve aile bireylerinin ruhsal iyi olma hallerine önemli katkılar sunan bir çalışan destek unsuru olarak özel sağlık sigorta poliçemizin içerisinde yer alıyor. Tıbbi bir çalışma alanı olması sebebiyle özel sağlık sigortası altında konumlandırıyoruz. Kişiye özel durumlara ve kişisel ihtiyaçlara göre sürecin şekillenmesi sebebiyle doktor ya da hastane yönlendirmesinde bulunmuyoruz. Tüm sağlık bilgileri, kişisel veri hassasiyeti yüksek bir alan.
  2. AİLEYE DESTEK Çalışma arkadaşlarımızın yanı sıra, aile üyelerini desteklemek adına çocuk gelişimi üzerine ve yetişkinler özelinde bu kapsamda hizmete ihtiyaç duyan Borusanlılara, sağlık sigorta kapsamına ilave olarak yaratılan bir kaynak fon üzerinden destek sunuyoruz. Her yıl düzenlemiş olduğumuz “İyi Bi’ Sen Haftası” kapsamında çalışma arkadaşlarımızın bütünsel iyilik haline hizmet eden genele açık eğitimler de organize ediyoruz.

 

CENK AKINCILAR

“MENTAL SAĞLIĞI FAZLASIYLA ÖNEMSİYORUZ”

CENK AKINCILAR
QNB Türkiye GMY

  • BİZİM İÇİN KRİTİK Çalışanlarımızın mental salığını çok önemsiyoruz ve uzun süredir şirketler aracılığı ile danışmanlık hizmetini çalışanlarımıza ve ailelerine sunuyoruz. Ana stratejilerimiz gereği çalışanlarımızın her anlamda sağlığını önemsiyoruz. Ruhsal ve bütünsel sağlık çok önemli. Yine, kişiselleştirme ve anlam-amaç değerlerimizin içselleşmesi ve çalışmalarımız çok önemli.
  • DANIŞMAN Şu anda Heltia (eski adı Salus idi) ile çalışıyoruz ve bu danışmanlık hizmeti değer katıyor. Süreçler gereği gizlilik çok önemli. Sağlık süreçlerinde de her zaman gerekli danışmanlığı veriyoruz ve doğru kurum, doktor yönlendirmeleri için sigortamız aracılığı ile süreçleri yönetiyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

yeni-gelen-mevcut-farki

Yeni gelen mevcut farkı!

Dijital-Fabrika-2025-yapay

Dijital Fabrika 2025