TÜSİAD tarafından 1999 yılında hazırlatılan “Türkiye’nin Fırsat Penceresi” adlı raporda, demografideki büyük dönüşüme, daha doğrusu geçişe dikkat çekiliyor, bunun yarattığı olanakların altı çiziliyordu.
Prof. Dr Cem Bahar koordinatörlüğünde Doç.Dr. Oğuz Işık, Doç. Dr. Murat Güvenç, Doç. Dr. Sema Eder ve Yrd. Doç. Dr. Hakan Ercan tarafından hazırlanan rapor, “Demografik Dönüşüm” konusuna odaklıydı. Raporu hazırlayanlar, 1999 yılının Türkiye’si için, “Demografik geçiş süreci artık tamamlanmak üzeredir” diyordu. Bu süreç, yüksek doğurganlık ve yüksek ölüm oranlarının hüküm sürdüğü bir durumdan, doğumların bilinçli kontrol edildiği ve ölüm oranlarının düştüğü yeni bir duruma geçişi ifade ediyordu. Raporda şu bilgilerin de altı çiziliyordu:
“Türkiye’de son 25 yılda doğum oranı çok hızlı geriledi. 1950’lerde 6.9 olan doğurganlık oranı 1998’de 2.5 düzeyine indi. Artık hızlı nüfus artış oranı geride kaldı. Bunun tersine çevrilme olasılığı da yoktur. Şu anda yüzde 1.4 düzeyindeki nüfus artış oranı 2025’lerde yüzde 0.8’e, 2050’de ise ‘sıfıra” doğru inecektir.”
Raporun “fırsat penceresi” tarafını ise genç ve yetişkin nüfusun artmaya başladığına yönelik saptamaları oluşturuyordu. Buna göre, Türkiye’de nüfus artış hızı düşüyor, genç nüfus ile devamında “yetişkin” nüfusun payı artıyordu. Bu da “ekonomik sorunlar” olsa bile bir büyüme potansiyelini beraberinde getirebilecekti:
“Gelecek 25 yılda 20-65 yaş arasındaki nüfus, yani potansiyel işgücü arzı sürekli artacak. Bu beraberinde işgücünün kalitesini artıracak. Demografik geçiş süresinde bu olanağın değerlendirilmesi literatürde ‘fırsat penceresi’ (window of opportunity) diye anılmaktadır.”
Değişen yeni demografi
Aradan 20 yıldan fazla zaman geçti. Raporda öngörülen tahminlerin önemli bölümü gerçekleşti, fırsat penceresi açıldı. Son yıllarda Türkiye nüfusuna 3-6 milyon arasında olduğu tahmin edilen “mülteci” ve “göçmen” grubu da katıldı. Bunun, öngörülenin yanında “artı” bir bozucu etki yapabileceği tahmin ediliyor.

Gelinen noktada “Demografideki fırsat penceresi hâlâ açık mı?” sorusu daha da önem kazanıyor. Bunu anlamak için de rakamlar ve oranlardaki değişimi anlamak gerekiyor. Raporu hazırlayanlardan Prof. Dr. Oğuz Işık, şu bilgileri veriyor:
- 1980 yılında Türkiye’de en kalabalık yaş grubu “0-4 yaş” arası iken, bugün “35-39 yaş arası” en büyük grup konumuna geldi.
- Bu dönemin temel özelliği “çalışabilir nüfusun”, yani 15-64 yaş grubunun hızla artmasıdır. Bu da temel makro-ekonomik göstergelerde kayda değer bir iyileşme olmadan hızlı bir büyüme yakalanabileceği anlamına gelir.
- Bu dönemde insana yatırım yapan ülkeler, sonraki dönemlerde kalıcı ve eşitlikçi bir büyüme gerçekleştirebilir.
- 1980 yılında yüzde 56 olan çalışabilir nüfus oranı bugün yüzde 68 dolayına ulaştı. Yakın dönemde bu oranın önce durağanlaşması, sonra da düşüşe geçmesi beklenebilir.
- Yine 1980 yılında yüzde 44 olan bağımlı nüfus oranı bu dönemde yüzde 32’ye geriledi. Yakın dönemde, nüfusun yaşlanması ile birlikte bu oranın artmasını öngörüyoruz.
“Fırsatlar artık bol değil”
1990’ların sonunda hazırlanan raporda, “demografi kaynaklı büyük fırsata” dikkat çekiliyor, iyi yönetildiğinde büyüme için büyük olanak yaratılacağının altı çiziliyordu. Ancak, Prof. Dr. Işık, “2020’lerin Türkiyesi’nde demografik armağanın sunduğu fırsatlar 1990’lar ve 2000’lerde olduğu gibi bol değil” diyor. Ona göre, tersine nüfusun yaşlanması ile birlikte demografik dönüşümün daha zorlu bir evresi başlamak üzere.
Nüfusun yaşlanmasının da doğal olarak toplumun bütünü üzerinde önemli etkileri olacak. Uzmanlara göre bunun beraberinde getireceği en önemli sorunu, “yaşlı sayısı ile birlikte emekli nüfus sayısının da yükselmesi” oluşturacak. Emeklilikte geçirilen daha uzun yaşam süreleri nedeniyle sosyal sigorta kurumları üzerinde büyük baskı oluşabilecek. Prof. Dr. Işık, bu konuda şu değerlendirmeyi yapıyor:
“Bu sağlık sistemi açısından büyük sorunlar yaratacaktır. Bir başka önemli sorun ise yaşlı kesimin toplum içinde nasıl bir rol oynayacağına dair toplum genelinde bir mutabakat olmamasından kaynaklanıyor. Pandemi döneminde kimi toplum kesimlerince yaşlılara yöneltilen öfke de bunun bir gösteresiydi.
Demografik dönüşümle birlikte gelen değişimlerin en kolay görünür olduğu alan aile yapısıdır. Bu dönemde istisnasız şekilde aile büyüklüğü küçülür, toplumda istisna olan aile türleri yaygınlaşır. Çoğunluğu kadın olan tek ebeveynli aileler ya da tek başına yaşayanların sayısındaki artış Türkiye’nin geçirdiği değişimin en net göstergeleri arasında.”
İş dünyası ve kapanan pencere
Demografinin açtığı pencere, Prof. Oğuz Işık’a göre, Batı ülkelerinde 100-150 yıllık bir sürede yaşandı. Türkiye’de ise bu dönüşüm 30-40 yıl gibi kısa süreye sığdı. Örneğin, çalışabilir nüfusun payı, 1970’lerdeki yüzde 10 düzeyinden, 2019’da yüzde 32’ye ulaştı. İşte bu da “bağımlı nüfusun” payının azaldığı “fırsat penceresi” dönemine işaret ediyor. Ancak, Türkiye, iş insanlarına göre açılan bu fırsat penceresini son yıllarda iyi değerlendiremedi. Değişimin devamıyla, bağımlı nüfusun payı artarken, nüfus artışı da azalacak.
Pegasus Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Nane, “Genç nüfusumuz, uzunca süredir gelişme ve büyümemiz için önemli bir dinamomuz idi” saptamasıyla bu görüşü destekliyor:
“Ancak, ne yazık ki, doğum oranının belli bir seviyede kalmasından dolayı zaman içinde nötrleşme ve azalma eğiliminde olacak. Bu durumda büyümemizi ve gelişmemizi teknolojiyi etkin kullanarak kapatabiliriz. Ama şunu da unutmamalıyız; ne programlar ne de robotlar insanın yerini dolduracak yetkinlikte değil.”

Amgen Türkiye CEO’su Güldem Berkman, Türkiye’nin genç ve üretken bir nüfusa sahip olduğuna dikkat çekiyor. Şu anda ortada olan bu dinamik nüfustan, demografinin getirdiği fırsattan, şirket olarak yararlandıklarını söylüyor:
“Şirketlerin istihdam politikalarındaki dönüşümle birlikte genç yeteneklerin, iş dünyasında başta üst düzey pozisyonlar olmak üzere, her alanda söz sahibi olacaklarına inanıyorum. Bu dönüşüm ortamında bizler de önceliklere adapte olabilen, meraklı, sorgulayan, öğrenmeye açık ve istekli gençlerle çalışmayı hedefliyoruz. Ben gençlerimizin tüm bu yetenekleri taşıdığını düşünüyorum.”

Koç Holding Turizm, Gıda ve Perakende Grubu Başkanı
“ŞİRKETLERİN İYİ ANLAMASI, YATIRIM YAPMASI GEREKİYOR”
- YÜZDE 17
Genç ve üretken nüfusun sadece iş dünyasında değil, ülkemizin kalkınmasında ve geleceğinde çok önemli bir yeri var. Türkiye’de bugün nüfusun yüzde 17’sini Z kuşağı olarak ifade edebileceğimiz bireyler oluşturuyor. - İYİ ANLAMAK LAZIM
Bugün Türkiye’de genç ve üretken nüfus oranı bu denli yüksek düzeylerde. Ancak, bir yandan da azalma eğiliminde olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, Z kuşağını anlamak ve onlara hitap edebilmek çok önemli hale geldi. - KALKINMADA KRİTİK
İş dünyası, hem bugünün hem de geleceğin çalışanları ve müşterileri olan bu neslin hayallerini ve beklentilerini anlayabilmeli. Kalkınmada da kritik rolü olan gençlerimizin beklentilerine uygun aksiyonlar almayı önceliklendirmeli. - ŞİRKETLERE DÜŞEN
Gençlerin yeterli ve kaliteli istihdamla buluşturulması, kendilerini geliştirebilmesi, ülkemizin geleceğinde ve kalkınmasında aktif rol alabilmesi için bizlere önemli görevler düşüyor: Yetenekli iş gücünü elde tutabilmek için artık küresel bir rekabet ortamıyla karşı karşıya olduğumuzu kabul etmeliyiz. Gençler kendilerine yatırım yapılmasını istiyor, yani şirketlerin onlara kendilerini geliştirmeleri için olanak sağlaması gerekiyor.”
GÖÇMENLERLE BİRLİKTE GELEN DEĞİŞİMDEN 8 MESAJ
- Kalıcılar Son 10 yılda
Türkiye sayısını tam olarak kimsenin bilmediği büyük bir mülteci/göçmen akımına sahne oldu. Gelen göçmenlerin, koşullarda önemli bir değişiklik olmadığı takdirde kalıcı oldukları konusunda işaretler var. - Genç yaş / düşük eğitim düzeyi
Bu göçmenlerin yaşça Türkiye ortalamasından daha genç oldukları, daha yüksek bir doğurganlığa sahip oldukları ve eğitim düzeylerinin düşük olduğu da biliniyor. - Demografiye etki
Sayıları 5 milyondan az olmayan ve demografik özellikleri Türkiye genelinden oldukça farklı bir kesimin, bu denli kısa bir sürede ülkeye yerleşmiş olmasının demografik yapıyı etkilememesi mümkün değil. - Ücret Düzeyi
Burada önemli olan, bu kesimin, zaten düşük olan ücret seviyesinin altında ücretlerle çalışmaya razı olmasıdır. Bu da zaten düşük olan ücret düzeyinin daha da düşürülebilmesini mümkün kılmaktadır. - Kaliteli işgücü
Türkiye, demografik dönüşümün sunduğu kaliteli işgücü yaratabilme imkanını kaçırdığı gibi, giderek düşen ücret düzeyi ile ucuz işgücü sayesinde küresel ekonomi içinde kendine yer arıyor. - Emek yoğun sektör
Bu durumda yeni yatırımlar, kısa dönemli kârlılığın güvence altında olduğu emek yoğun sektörlere yoğunlaşır ve sermaye/teknoloji yoğun yatırımları engeller. - Yoksulluk
Düşük ücretlerle, ağır şartlarda çalışmaya razı bir kesimin varlığı hem genel ücret seviyesini düşürüyor hem de yoksulluğun daha da keskinleşmesine yol açıyor. - Toplumsal öfke
Toplumun yoksul kesimleri arasında adı konmamış, gözlerden ırak bir rekabet yaşanıyor ve bu da toplum genelinde yükselen öfkenin temelini oluşturuyor.